Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Barış Erdoğan, Türkiye Ajansı'na estetik bağımlılığı ve sosyolojik etkilerine ilişkin değerlendirmede bulundu.
Güzel görünmek için çaba harcıyorlar
Sosyal geçmişi, mesleği, yaşı ne olursa olsun, dünyanın dört bir yanında kadınlar ve erkeklerin daha genç ve daha güzel görünmek için geçmişte hiç olmadığı kadar daha fazla çaba harcadıklarına dikkat çeken Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Zamanlarını ve ekonomik kaynaklarını bu yolda feda ediyorlar. Küresel kozmetik cerrahi pazarına geçen yıl yaklaşık 45 milyar dolar para harcanmış. 2010 yılında dünya genelinde estetik cerrahlar tarafından gerçekleştirilen prosedür sayısı 14 milyon iken geçtiğimiz yıl bu rakam 24 milyona yükselmiş. Lazer ve peeling gibi tedavi edici yanı olmayan tıbbi prosedürler norm haline geldi. Bu açıdan baktığımızda insanların güzellik arayışı giderek büyüyen bir toplumsal bir mesele ve estetik bir tıp disiplini olduğu kadar sosyal bir olgu halini aldı.” dedi.
Instagram yüzü standart haline geldi
Artık ‘instagram yüzü’ diye tanımlanan ve tüm dünya çapında standart hal alan bir güzellik anlayışına doğru gidildiğini belirten Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Etnik olarak belirsiz, pürüzsüz bir cildin ve dolgun elmacık kemiklerinin olduğu, kusursuz, sanki bir algoritma tarafından üretilmiş bir yüz oluşturuluyor. Elbette ki bu yüze doğal olarak sahip olmak özellikle belli bir yaşın üstünde gerçek hayatta pek mümkün değil. Bu nedenle 2010 yılında Altın Küre töreninde sunucu Ricky Gervais ‘Bugün burada toplanan tüm harika yüzlere bakmak bana bu yıl plastik cerrahlar tarafından yapılan harika işleri hatırlatıyor.’ diyerek bu ironik durumla dalga geçmişti.” dedi.
Botokstan önce de güzellik takıntımız vardı
Güzellik sevdasının botokstan, hatta güzellik algısını karlı bir pazar haline getiren kapitalizmden çok daha önce de var olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Tarih boyunca çeşitli kültürlerde özellikle kadınlar üzerinde büyük bir güzel olma baskısı zaten vardı. Çin'de kadınların ayaklarının büyümesi engellenir, kimi Afrika kabilelerinde kadınların boyunları uzun olsun diye boyunlarına halkalar geçirilir, Avrupa’da kadınlar korseli bellere mahkûm edilirdi. Ancak tarihin hiçbir zamanında güzellik ideali günümüzdeki gibi evrensel ve adeta baskıcı, zorba bir şekle dönüşmedi. Zira metne dayalı bir kültürden görsel bir kültüre geçtikçe, bedenlerimiz üzerinde daha fazla düşünmeye başladık. Görsellik fikrin yerine geçti.” diye konuştu.
Kolektif estetik çılgınlık artık bir toplum sağlığı sorunu haline geldi…
Prof. Dr. Barış Erdoğan, günümüzde sosyal ağlara bağımlı şekilde yaşayan ve oradaki güzellik pazarının bombardımanı altında görünüş takıntılı, beğenilmeme kaygısı yaşayan, imajından başka hiç bir şeyi önemsemeyen yeni bir neslin ortaya çıktığını vurguladı ve sözlerine şöyle devam etti:
“Ama sadece gençler değil, özellikle pandemi sürecinde zoom gibi ağlar üzerinde çalışan orta ve orta üstü yaştan insanlar ekranda hareket halindeki bedenlerini gördüler. Ekranda gördükleri kendi bedenlerini yine ekranda gördükleri show dünyasının ünlüleriyle karşılaştırdılar. Mademki artık kendileri de ekrandaydı burunlarını, gözlerinin çevresini, dudaklarını onlarınkine benzetmeleri gerekiyordu. Öyle düşündüler ve akın akın botoks yaptırmaya diğer cerrahi uygulamaları yaptırmaya gittiler. Dünyanın dört bir yanında meydana gelen bu kolektif estetik çılgınlık artık bir toplum sağlığı sorunu haline geldi.”
Biyolojik yaşlanma ile mücadele başlıyor
Son yıllarda estetik cerrahi ve uygulamalarının yaygınlaşmasıyla beraber fiyatlarda göreceli bir ucuzlama ve bu imkanlara erişimin arttığını belirten Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Pazar demokratikleşti. İnsanlar televizyonda veya sosyal medyada gördükleri starlar gibi birtakım operasyonlardan geçebiliyorlar. Ancak bu uygulamaların etkisi ömür boyu sürmüyor. Botoksu en az altı ayda bir yenilemek gerekiyor. İş botoksla da bitmiyor. Onu yaptıran bu sefer dolgu yaptırma ihtiyacı hissediyor sonra bir başka uygulamayı üzerinde denemek istiyor. Sonunda biyolojik yaşlanma gibi geri döndürülemez bir gerçekle mücadele başlıyor.” dedi.
Maddi olarak sürdürülebilir değil
Bu işlere bir kere başlayanların gelirlerinin önemli bir bölümünü botoks ya da diğer estetik müdahaleler için harcadıklarını ifade eden Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Sonu olmayan bir süreç olduğu için de ekonomik ve psikolojik olarak sürdürülebilirliği zor bir süreç. Bu uğurda insanlar bazı temel ihtiyaçlardan vazgeçip bu operasyonlara kaynaklarını harcıyorlar. Estetik cerrahlarda başlanan sürece maddi kaynaklar yetmeyince en sonunda merdiven altı yerlere kadar gidilebiliyor.” diye konuştu.
Güzelliğin getirisi de var
Güzellik çılgınlığının bir getirisi olduğunu belirten Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Birçok çalışma hoş bir yüzün okul hayatında daha iyi not almada, daha az cezalandırılmada, çalışma yaşamında daha kolay işe girmede, işte yükselmede ve daha yüksek maaş almada etkili olduğunu gösteriyor. İngiltere’de 10 bin erkekle yapılan bir çalışmada çirkin erkeklerin diğerlerinden yüzde 15 daha az maaş kazandığını gösteriyor. 50’li yaşlarında işlerini kaybeden birçok kişi gençlere karşı piyasada rekabetçi pozisyonlarını koruyabilmek için botoks yaptırıyorlar ya da diğer estetik operasyonlara başvuruyorlar. Zira modern toplumda güzellik gençlik ve enerji ile bir tutuluyor.” ifadelerini kullandı.
Kadınlar genç ve güzel görünme baskısı altında
Özellikle ataerkil toplumda güzellik konusunda kadınlar üzerinde çok büyük bir baskı olduğuna dikkat çeken Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Barış Erdoğan sözlerini şöyle tamamladı:
“Tüm kültürlerde erkekler partnerlerinin dış görünüşüne büyük önem veriyor. Toplumda erkekler olgunlaşarak yaşlanırken, kadınların huzur içinde yaşlanmasına dahi izin verilmiyor. Kadın ömrü boyunca hep genç ve güzel görünme baskısı altında kalıyor. Günümüzde kadınlar artık cinsel tacizi açıkça kınıyorlar. Seslerini çıkarıyorlar. Ancak yapılan çalışmalar gösteriyor ki kadınlar dış görünüşleriyle ilgili olumsuz bir yorumla karşılaşırlarsa ‘Bunu bana söylemeye nasıl cüret edersin?’ diyemiyorlar, sessiz kalıyorlar, acı çekiyorlar.”