Çocuklarımızı büyütürken onlara verdiğimiz masum zararlar

Psikolog Derya Çiçek

Hepimiz belli özelliklerle dünyaya geliriz. Annemizin, babamızın ve onların soylarının genetik özellikleri ile belli bir kişiliğe eğilimli olarak doğarız. Ailemiz ve çevremiz tarafından bize uygulanan ve sunulan öğretim, disiplin ve model olma yöntemleri de bizim şu anda ki kişi olmamıza katkıda bulunmuştur. Bu katkı hayatımız boyunca da devam etmektedir. Özdeş ikizlerin bile kendilerine ait farklı özellikleri vardır. Hayatla mücadele etme yöntemleri, kişilikleri farklı olabilir. Biri macerayı seven, girişken, kararlı iken; diğeri kararsız, utangaç ve çekingen olabilir.
Hepimizin kişilik özellikleri farklılıklar gösterir. Bu temel özelliklerimiz çoğunlukla bizi büyüten ve bizim gelişimimizle ilgilenen kişiler tarafından desteklenmiş, bize telkin edilmiş, kuvvetlendirilmiş, pekiştirilmiş, sömürülmüş ya da bastırılmıştır. Örneğin çocukken   birileri tarafından  sakar, beceriksiz, aptal, yaramaz, utangaç, işe  yaramaz olduğumuz bize yeterli sıklıkta söylendiyse, biz de bir süre sonra buna inanmaya başlarız. Bilinçaltımıza kendimizle ilgili bu olumsuz inançlar kodlanıp yerleşir. Bu inançlarla birlikte bir davranış örüntüsü oluşturur ve bu davranışın da kendi davranışımız olduğuna inanırız.

Küçük çocuklar öğrenebilmek için yoğun merak duygusu içerisinde doğal olarak etrafı ve dünyayı keşfetmek, her şeyi deneyimlemek isterler. Genellikle aileleriyle ilk çatışmaları da bununla başlar. Anne ve babalar bebeklerinin tehlikeli olduğunu düşündükleri her hangi bir şey yaptıklarını gördüklerinde, onları korumak için hemen müdahale ederler. Çoğunlukla da kontrolü elde tutma çabasıyla da korku yöntemini kullanarak kızarlar, bağırırlar, hatta ceza verirler. Bu çevresindeki dünyayı keşfetmeye çalışan çocuğunun güdülerini engellemeye çalışan kötü anne baba örneği ya da bir suç değildir. Bu anne babanın çocuğuna karşı hissettiği sevgi veya korku duyguları tarafından yönlendirilen bir disiplin ve kontrol davranışıdır. Fakat bu durum çocuğun özbenliğini zedeler.
Hemen hemen hiç kimse anne baba olma konusunda öncesinde bir eğitim almaz. Bu kadar önemli bir konunun böyle olması hayatın belki de en ilginç taraflarından biridir. Ana babalığın ardındaki psikoloji bu kadar önemliyken pek azımız bu konuyu önemseriz. Kendimizi tam da bu işin ortasında bulmadan öğrenmeye çalışırız.
Eski büyük aile düzeninde görülen kuşaktan kuşağa doğal öğrenme süreci bu günlerdeki yaşam tarzımız sebebiyle yok olmaya başladı. Bugün değerlerinin ya da deneyimlerinin kötü veya yanlış algılanmasından ya da çağdışı kalmaktan korkan bazı dedeler, babaanneler, anneannemde torunlarına bir şeyler öğretme konusunda tereddüt  ediyorlar, çekiniyorlar.
Anne babalar olarak hepimiz elimizden geleni yapıyoruz ama bize göre en iyi olan şeyin çocuğumuz açısından da öyle olması gerekmiyor. Anne babasının kurmaya çalıştığı disipline tepki gösteren çocuk kendisini engellenmiş, öfkeli, kaygılı ve umutsuz hissetmeye başlar. Onaylanmama, engellenme ya da anne babasının kendisine kızacağı kaygısıyla bazı çocuklar yeni bir şeyi denemeye cesaret edemezler. Korkarlar, çekinirler. Bir çocuğun gelişimi için övülme ve onaylanma olmazsa olmaz bir ihtiyaçtır. Çocuklar kendilerini iyi hissettikleri ve çabalarının  desteklenip, onaylandığı ortamlarda gelişip serpilirler.

Şimdi gelin biraz gerilere gidelim; çocukken bazı çatışmalar yaşadığınız bir zamanı anımsayın, düşünün. Belki de sizin yapmayı çok istediğiniz bir şey vardı. Anne babanız ya da o zamanlar sizinle ilgilenen, sizden sorumlu olan başka birisi sizi vazgeçirmeye çalışmıştı. Belki de kesin ve etkin bir şekilde size engel oldular ve o işi yapmanızı yasakladılar. Hatta belki de sizi korkutup cezalandırdılar ya da sizi tehdit ettiler. Onaylanmak ve herkesi memnun etmek için istediğinizden vaz mı geçtiniz? Yoksa sonuçları göze alarak o işi yapmaya devam mı ettiniz? Anne babanız ya da öğretmeniniz eğer yeterince güçlü bir tepki gösterdiyse büyük bir olasılıkla vazgeçtiniz. Belik sizin için kolay oldu; belki kendinizi engellenmiş, hayal kırıklığına uğramış ya da rahatlamış hissettiniz. Belki de en çok önem verdiğiniz şey anne ve babanızı memnun etmekti. Çocukken hissedilen en büyük korku, anne ve babamızın sevgisini kaybetme veya bu sevgiyi hissedememe olasılığıdır.
“Eğer...... yaparsan artık seni sevmeyeceğim.”
“Eğer....  yaparsan babanı küstürürsün.”
Bu gibi çocuğa karşı kullanılan ifadeler, pek çok çocuğu karşılaştıkları baskıyla mücadeleye devam etmekten caydırmaya yeter. Belki bu şekilde çocuğu eğitmek ve disiplin etmek görünürde işe  yarar. Anne ve babalarına ya da birlikte yaşadıkları yetişkinlere sorun çıkarmayan, uyumlu çocuklar olurlar. Ancak çocuklar büyüdükçe ve her biri artık bir birey olmaya başladıkça, ailelerinin onlara sağladığı güvenli ortamdan uzaklaşmaya başlarlar. Bu da çocuğun daha önce öğrenemediği bilinç düzeyinde var olmayan yeni korkuların gelişmeye başlaması anlamına gelir.
Macera dolu olanlar dışındaki değişikliklerin hemen hepsi az ya da çok kaygı oluşturur, acı verir. İlk kez okula başlamak, ilk kez sınıfın önünde yüksek sesle bir şeyler okumak ya da öğretmenin sorduğu soruya cevap vermek durumunda olmak, ilk kez diş doktoruna gitmek, ilk okuldan ortaokula geçmek vb. Bu gibi durumların hepsi bir çocuk için değişikliktir ve çocuk açısından bakıldığında ürkütücü olabilir.
Başarısız olmak veya alay edilmek hemen hepimizin en büyük korkuları arasında yer alır. Bulunduğumuz ortamdaki insanlardan en azından birinin bizi onayladığını, desteklediğini, kabullendiğini duymak veya hissetmek isteriz. Çünkü böyle hissetmek bizim kendimizi güvende hissetmemizi sağlar. Tam tersi durumda da varlığımızın tehdit edildiği hissine kapılırız. Başkalarının bizimle alay etmesi, bulunduğumuz ortamdaki diğer kişilerden farklı olduğumuzun hissettirilmesi, dahil olmak istediğimiz gurubun bizi dışlaması gibi durumlar yaşamak bu nedenle  tahammül edilemezdir.
Çocukluktan çıkıp bağımsızlığa doğru ilerleyen gençler için bahsedilmesi gereken sıradaki bir diğer sorun, ergenlik dönemindeki çatışmalardır. Gencin yetişkin olabilmesi için anne ve baba bağımlılığından kurtulması gerekmektedir. Bilinçli olan ebeveynler bunun farkındadır ve bu konuda çocuğunu destekler. Diğer yandan bazı anne baba için  kendi yaşamını sürdürebilmesinin ana nedeni çocuğun kendisine ihtiyaç duyması olabilir. Bu patolojik bir sorundur. Böyle durumlarda anne baba çocuğunu elinde tutabilmek ya da onu kaybetmemek için adına elinden geleni yapar. Bu durum çocuğu psikolojik olarak anneye ya da babaya o kadar bağımlı yapar ki, annesi ya da babası öldüğünde  ya da herhangi bir nedenle ayrı yaşamak durumunda kaldığında, örneğin üniversite  eğitimi için başka bir yerde yaşaması gerektiğinde yetişkin bile olsa bu durumu kaldıramaz. Ruhsal bir çöküntü yaşar, psikolojik dengesi bozulur ya da hayatının geri kalan kısmını endişe yaşayarak geçirir.
Annenin ya da babanın korkusu bazen çok daha uç noktalara gidebilir. Anne ya da baba o kadar kaygılı bir ruh halinde olurlar ki farkında olmadan çocuklarına da bu kaygılarını  sürekli aktarırlar. “Oraya gitme düşersin, kimseyle konuşma, yapma onu zarar görürsün, çıkma oraya düşersin, bir yerin kırılır” gibi ifadelerle sürekli yaptıkları uyarılar, çocuğun anne ya da babasının yanında güven içinde oturmasını sağlarken, çocuk parkta kaydıraktan kayan çocukları izler. Onlar gibi denemeye, oynamaya cesaret edemez. Çünkü anne ve babasının bu endişeli ve korumacı telkinleriyle zihninin bir tarafında güvende olmanın diğer  çocuklar gibi  davranmayıp, annesinin yanından ayrılmamak olduğunu öğrenir. Annesi tarafından yapılan bu olumsuz uyarılarla bu düşünce  bilinçaltına kodlanır ve yerleşir. Diğer ortamlarda da bilinç bunu genellemeye başlar.

“Çocuğum beni gözünün önünden ayırmaya korkuyor.” Çocuğuyla bu durumu yaşayan anneler, muhtemelen daha önce korkmayan çocuklarına korkması gerektiği yönünde telkinlerde bulunmuştur. Böylelikle çocuğun  da artık  içine şüphe ve endişe tohumları ekilmiştir. Annesinin yanından ayrılırsa güvende olmayacağına bilinçaltında inanmıştır.
Dökersin, düşersin, kırarsın, beceremedin, yapamadın gibi sözler söyleyip çocuğa müdahale etmek, çocuğun kendine olan güvenini zedeler. Çocuk bu lafları anne baba ya da başka birinden o kadar çok duyar ki bir süre sonra denemekten vazgeçip, o işi ya da başka işi yapamayacağına “ beceriksiz, yetersiz, işe yaramaz vs. olduğuna inanmaya başlar.  Kendi başına tuvalet gitmek, kendi başına giyinmek,  Kendi yemeğini yapmak, kendi başına yıkanmak gibi işler artık çocuk için yapabilmesi neredeyse mümkün olmayan oldukça güç işler  haline dönüşür. Çocuk git gide hemen her konuda kendini yetersiz ve beceriksiz hissetmeye başlar. Benlik şemalarında “yetersizim, beceriksizim" inançları bilinçaltında yerlerini alır. Bir ömür boyu bu inançlarının  etkisinden kurtulamaz pek çok fırsatı kaçırırlar. Özgüvenleri olmayan, istediklerini yapamayan bu bireyler sonunda psikolojik destek almak zorunda kalırlar.
“Uzak ülkelere tatile gitmek istiyorum ama bu işi becerebileceğimi sanmıyorum.”
“Ailemden ayrılıp üniversiteye gittiğimde ne yapacağımı şaşırdım. O kadar çaresiz hissettim ve korktum ki...”
“Yeni bir ise başvurmak istiyorum ama bu işte  topluluk önünde konuşmam gerekiyor. Ben bunu asla yapamam.”
“İşimde terfi aldım ama bu iş için yetersizim. Beceremezsem  diye korkuyorum.”
“İnsanlarla konuşmam gerektiğinde o kadar sıkılganım ki sürekli gergin ve endişeli oluyorum. Artık buna dayanamıyorum.” 
Bu cümleler çaresiz bir halde  psikolojik destek almaya gelen insanlardan sıkça duyduğumuz sözler.
Kimse bunları yaşamak istemez. Ama insan bir kere onu sınırlayan düşüncelerinin girdabına kapıldı mı bunu nasıl değiştireceğini bilemiyor.
Disiplin bir çocuk için mutlaka gereklidir. Çocukların dengeli olmasını, ve kendilerini güvende hissetmelerini  sağlar. Sınırlarının neler olduğunu öğretir. Disiplin aynı zamanda bir çocuğa “ Sana değer veriyorum, benim için önemlisin. Bu nedenle de her istediğini yapmana izin veremem.” mesajını verir. Disiplin adil ve tutarlı olduğu sürece çocuklar kabul ederler. Bazen yüksek sesle itiraz edip aşırı tepki gösterseler de, iç  güdüsel  olarak anne babalarının bunu kendilerinin iyiliği için yaptıklarını bilirler. Ayrıca çocuk kendi başına bir şeyler yaptıkça ve anne babasından ona güvendiği hissini aldıkça “ kendine güvenme" duygusu gittikçe artar. Öğrenme hevesi ve motivasyonu da gelişir.
Bir çocuğa yapılabilecek en değerli yardım, başarabileceği konularda ona fırsat verip yardım etmemektir.!!!

İlk yorum yazan siz olun