Pek çok anne babanın hayalinde toplum tarafından kabul gören çocuk profili var. Akıllı ve konuşkan olsun ama yerli yersiz konuşmasın, tuttuğunu koparsın ama hareketli olmasın, sorun çıkarmasın ama pısırık da olmasın, kimseden dayak yemesin ama gerekirse zorda kaldığında o da kendini savunsun.
Bu liste böyle uzar gider. İçinde birçok tezatlık barındıran listenin amacı aynı tezgahtan çıkmış gibi görünen ‘’başarılı’’ çocuklar yetiştirmektir. Amaç özgün ve özgür çocuklar yetiştirmek yerine toplum tarafından onaylanan!! çocuklar yetiştirmektir.
Her çocuğun kendine has bir kişiliği ve karakteri vardır. Bunu en iyi tek yumurta ikizlerinde görebiliriz. Tek yumurta ikizlerinin bile kişilikleri, ilgi alanları, hoşlandıkları alanlar birbirinden farklıdır. Böyle bir durumda başarı adına birbirine benzeyen çocuklar yetiştirmek sizce ne kadar doğru olabilir?
Gelişimin en önemli ilkelerinden birisi çocuğumuzu tanımak, yeterliliklerini ve eksik yönlerini bilmek, buna göre ona hayat boyu rehberlik etmektir. Yani çocuğun öncelikle yetişkinler tarafından koşulsuz kabul edildiğini, hata yapmaktan korkmaması gerektiğinin ve farklı düşünse bile kendisinin olumsuz eleştirilmeyeceğini bilmesi gerekir. Çocuğun zaten sahip olduğu merak, araştırma, sorma, sorgulama ve kendini çekinmeden ifade etme özelliklerini köreltmemek ve devamını sağlamak, çoğu zaman özgün bireyler yetiştirmek için yeterli olacaktır.
Çocuklar, özgün olmayı öğrenmedikleri ve içlerindeki özgürlüğü dışa vuramadıkları için üretken olamıyor. Ebeveynleri tarafından onaylanmak ve öğretmenlerinin hayranlığını kazanmak için çaba harcıyorlar. Bunun sonucunda sahneye çıkıyorlar, şampiyonu oluyorlar ama beklenmedik bir durumla karşılaşınca kilitleniyorlar; yani pratik yaparak mükemmele ulaşılabiliyorlar ama özgün ürün çıkarmaları pek kolay olmuyor.
Yetenekli çocuklar Mozart’ın eserlerini muhteşem bir şekilde çalabilirler ama çok ender olarak kendi özgün bestelerini yaparlar. Bütün enerjilerini mevcut bilimsel bilgilere harcar, yeni anlayışlar geliştirmezler. Kendi kurallarını icat etmektense, kodlanmış kurallar çerçevesinde hareket ederler. Araştırmalar, yaratıcı çocukların çoğu zaman öğretmenlerinin gözbebeği olduklarını ve bu yüzden de özgün fikirlerini kendilerine saklamayı öğrendiklerini gösteriyor. Eleştirmen William Deresiewicz’in ifadesiyle, bu öğrenciler mükemmel birer koyun oluyorlar.
Harika çocukların çoğu, yetişkinliklerinde, kendi alanlarında uzman oluyorlar, bulundukları organizasyonlarda lider konumuna yükseliyorlar. Psikolog Ellen Winner, “yetenekli çocukların sadece çok küçük bir kısmı çığır açan, yaratıcı yetişkinlere dönüşebiliyor” diyor. “Ve bunu ancak, bir alanı yeniden var eden bir yetişkine acılı bir şekilde dönüşerek başarabiliyorlar.”
Harika çocukların çoğu bu atılımı yapamıyor; olağandışı yeteneklerini, sorun çıkarmadan, işlerinde parlamak için kullanıyorlar. Ortalamanın altında ve üstünde bireyler sorun olarak görülüyor. Bu sebeple yolunda gitmeyen eğitim sistemini düzeltmek için mücadele etmeden öğrencilerini mezun etmeye çalışan öğretmenler ya da müvekkillerini adil olmayan cezalara karşı savunan ama yasaları değiştirmeye uğraşmayan avukatlar oluyorlar.
Peki bu hep böyle mi oluyor? Tabi ki hayır. Zira bunların tam tersi örnekleri de var. Mesela, İstanbul’da beden eğitimi öğretmeni olarak görev yaparken hızlı koştuğunu fark ettiği öğrencisinin hayatını değiştiren kahraman bir öğretmen okudum haberlerde. İsmi Samet Eğribel. İlk görev yeri Esenler’deki Örfi Çetinkaya Ortaokulu’nun futbol takımını çalıştırırken, hızı ve atletik performansı nedeniyle Oğuzhan Kaya ile özel olarak ilgilenmeye başlıyor. Öğrencisini koşu yarışlarına hazırlıyor. Oğuzhan Kaya, şimdi 19 yaşında milli sporcu. Spor Akademisi öğrencisi.
Bir diğer pes etmeyen öğretmen ise İzmir Otizm Orkestrası ve Korosu Kurucu Şefi, Müzik Öğretmeni Orçun Berrakçay. Yıllardır otizmli çocuklara gönüllü şan ve enstrüman dersleri veriyor. İzmir’de 1.5 yaşındayken otizm teşhisi konan, ağır seyredeceği için konuşamayacağı da söylenen otizmli Recep Ege Altıncıoğlu’nun hayatını değiştiriyor. Berrakçay, Altıncıoğlu’na küçük yaşlardan itibaren şan dersleri verdi. Altıncıoğlu, bugün 23 yaşında ve yüksek lisans öğrencisi bir opera sanatçısı.
En çok dikkatimi çeken öğretmenlerden biri de dünyanın en iyi 50 öğretmeninden biri olan İzmir’in Gaziemir ilçesindeki Samet Başkonuş. Samet öğretmen, Avrupa’da 300 okulla iş birliği yaparak, öğrencilerinin dünyaya açılmasını sağlamış. Sokakta yaşayan bin 200’den fazla çocuğa projeleriyle ulaşmış. Ve ‘Eğitimin Nobel’i olarak anılan Global Öğretmen Ödülü’nün 2019 yılı finalistleri arasına girerek ‘Dünyanın En İyi 50 Öğretmeni’nden biri seçiliyor.
Onları bu kadar yaratıcı özgün ve özgür olmaları elbette ki öğrencilerinin hayatlarını değiştiriyor. ‘’Eee her çocuk bu kadar şanslı olmayabilir, yaratıcı öğretmenin elinden şekil alamayabilir’’ dediğinizi duyar gibiyim. Evet özgün ve yaratıcı öğretmenlere denk gelmek her zaman öyle kolay olmuyor maalesef.
O zaman bizler ebeveyn olarak yaratıcı çocuklar yetiştirmek için neler yapmalıyız? Çocukları, eğitim sisteminde en yaratıcı ilk yüzde beşe giren aileler ile çocukları herhangi olağandışı yaratıcılığa sahip olmayan aileleri karşılaştıran bir araştırma yapılmış. Sıradan çocukların ailelerinin, çocuklarının ders çalışma ve yatağa gitme saatlerinin belli olması gibi ortalama altı kuralı bulunuyordu. Yaratıcı çocukların ailelerinin ise ortalama kural sayısı birden azdı.
Yaratıcılığın beslenmesi zor olabilir ama kösteklenmesi çok kolaydır. Ebeveynler kuralları sınırlayarak çocuklarını kendileri adına düşünmeye yüreklendiriyorlardı. Harvard’da psikolog olan Teresa Amabile, bu ailelerin, “belli kurallar koymaktansa ahlâki değerlere vurgu yaptıklarını” söylüyor.
Öyle bile olsa, bu ebeveynler kendi değerlerini çocuklarına zorla dayatmıyorlardı. Amerika’nın en yaratıcı mimarlarını, çok becerikli ama özgünlüğü olmayan akranlarıyla karşılaştıran psikologlar, yaratıcı mimarların ailelerinin özel bir yanı olduğunu ortaya çıkarmışlardı: Bu ailelerde, “Kişinin kendi etik değerlerini geliştirmesine vurgu yapılıyordu.”
Evet, bu ebeveynler çocuklarını mükemmel ve başarılı olmaları için yüreklendiriyorlardı ama aynı zamanda onların “işlerini zevkle yapmalarını” istiyorlardı. Çocukları kendi değerlerini bulup ortaya çıkaracak ve kendi ilgi alanlarını keşfedecek kadar özgürlerdi. Bu da onların yaratıcı yetişkinler olmasını sağlıyordu.
Psikolog Benjamin Bloom, dünya çapındaki müzisyenlerin, sanatçıların, atletlerin ve bilim adamlarının çocukluk yıllarını araştırdığında, hiçbirinin ebeveynlerinin süperstar çocuklar yetiştirmeyi hayal etmediğini görmüştü. Bu ebeveynler asker ya da köle çalıştırıyormuş gibi davranmıyorlar, sadece çocuklarının içinden gelen motivasyona göre hareket ediyorlardı. Çocukları belli bir alana ilgi ve heves gösterdiğinde, onu destekliyorlardı.
En ünlü konser piyanistlerinin, yürümeye başlar başlamaz çok iyi hocaları olmamıştı; ilk derslerini yakınlarındaki bir hocadan almışlar, keyifle öğrenmişlerdi. Mozart daha müzik dersleri almaya başlamadan çok önce müzikle ilgiliydi. Mary Lou Williams piyano çalmayı kendi kendine öğrenmişti; Izthak Perlman müzik okuluna kabul edilmeyince kendi kendine keman çalışmaya başlamıştı.
Yani, bir çocuğu yaratıcı olması için programlayamazsınız. Belli bir başarı elde etmek için uğraşmayı deneyebilirsiniz ama bunun sonucunda en iyi ihtimalle sadece hırslı bir robot elde etmiş olursunuz. Çocuklarınızın dünyaya özgün fikirler kazandırmasını istiyorsanız, onları sizin değil, kendi tutkularının peşinden gitmeleri için rahat bırakmanız gerekiyor.