Değişim ve dönüşümün baş döndürücü bir hızla ilerlediği bir çağda yaşıyoruz, bilgi teknolojileri alanında yaşanan müthiş gelişmelere ayak uydurabilmek güçleşmektedir. Teknolojide ilerlemek ihtiyaçları karşılamakla paralellik göstermektedir. Teknolojiye sahip olabilmekte bir başka sorun, ekonomik güç teknolojiye ulaşabilmekte elbette bir kolaylıktır ve olması gereken şartlardan biridir. Bilgi en önemli etken olmakla birlikte paranın fonksiyonu da oldukça yüksektir.
Para dünyanın bugünkü efendisi mi? Para gücü de beraberinde getiriyorsa elbette. Sıradan bir insan için para, konfora ulaşma, gelecekte sefalete düşme korkusundan uzaklaşma aracıdır. Para az veya çok konforlu bir gelecek satın alabilmenin, yaşam standartlarını oluşturabilmenin bir yoludur. Gelelim geniş halk grupları dışındakilerin ne beklediklerine; büyük şirketler ve devletler için para, iktidarlarını paylaşmadan sürdürmeyi de sağlar. Büyük ülkeler ve liderleri bunun peşindeler.
Ama tekrar hatırlatalım; Pascal Bruckner’in kısaca GAFAM olarak adlandırdığı; Google, Amazon, Facebook, Apple, Microsoft’un savaş ganimetinin katlanarak arttığını belirtiyor. Bu servetleri de dünyayı yönlendirme aracı olmayı sürdürüyor. Bu tür sanal ve sosyal medya dünyayı yönlendirdiği için yeni bir güç yeni bir silah olarak değerlendirilmektedir.
Diğer taraftan şu da bir gerçek, hem ekonomik güç olan para, hem de sanal alem yönlendirmeleri dünyayı başka bir yöne doğru götürüyor. Ülkeler ve insanlar için parasız olmak çok trajik, fakirlik berbat bir tecrübedir. Çünkü bunu birçok ülke gibi Türkiye de geçmişte daha katı bir şekilde yaşadı, bedeller ödedi ama hala son bulmuş değildir. Bu yüzden paranın büyük tekeller elinde yoğunlaşması, halkın geleceği için ayrı bir tehlikedir. İnsanlık bu tehlikeye kurban edilmemelidir.
İngiliz araştırma kuruluşu Oxfam’ın raporuna göre dünyadaki zenginlerin %1’nin serveti, geri kalan yüzde 99’un servetine eşit. Bu o kadar da ilginç değil, yeni de değil, biliniyor, çünkü değişik ekonomi yazılarında/makalelerde birçok ülke de gelirlerin paylaşımında 80 - 20 kuralından bu köşede de bahsedilmişti.
Öte yandan Kolombiya’da halk eylemlerinde, “Yoksulun ekmeği yoksa zenginin de huzuru olmaz” yazıyormuş. 21. yüzyılda tam da önce dünyaya has sonra da Türkiyelik bir durum. Yoksullar bir gün intikam alacak mı? Zenginlere karşı bir hareket başlayacak mı? Buna öncülük edecek bir siyasi hareket var mı? Devletlerarası ilişkiler ve ülkelerde ki toplumsal katmanlar/sınıflar arasında ki ilişki de böyledir. Ekonomik güç ve hayat standartları daima ön plandadır. Zenginlere karşı hareketler her zaman oldu. Gerçek bir devrimden, isyandan bahsediliyor. Zenginlere veya zengin ülkelere karşı ayaklanma da oldu; adı komünizmdi ama yürümedi.
Üretim araçları yani sermaye devletin olacaktı, işçi sınıfı tarafından gelirler eşit olarak paylaşılacaktı, ama orada da halka tepeden bakan, yoksul halka rağmen refah içinde yaşayan yönetici sınıfı oluştu, bunu da beceremediler, ayaklanmalarla da insanlık olarak hep bu sarmalın içinde kalınıyor.
Servet eşitsizliğine karşı ülkeden ülkeye değişen bir öfke var, ama ne zaman düzen yıkılmak istense, komünist veya sosyalist deneyimin başarısızlığa uğradığı hatırlanır oldu. Özellikle Latin Amerika’da yeni bir düzen kurmak isteyenlerce gerilla hareketleri başlatılmıştı, ama bu hareketler de şiddet ve kanla bitti. Sosyal sınıflar arasında göreceli bir denge sağlamanın en iyi yolunun, sosyal demokrat veya İskandinav tarzı “yeniden dağıtım” yöntemi olduğunu düşünenler var, uygulayanlarda var.
Fransa zenginliğinin yüzde 57’sini yoksulların hizmetine sunuyor. O yüzden çok göç alan Avrupa ülkelerinden biri denilebilir. Türkiye de bu ne kadar, dengeli mi? dengesiz mi? bilinmez ama bu sistem birçok ülkede var. Türkiye de çok göç alan ülkelerin başında geliyor.
Bu anlamda Fransa, Danimarka ile beraber halkın parasının en büyük kısmını yeniden dağıtıma ayıran ülkelerdendir. Tabii burada da ciddi bir savurganlık ve yetersizlikler söz konusu. Ama ülke çapında akıllıca bir vergi yönetimi, zenginlere karşı bir devrimi engellemenin ve buradayım diye bağıran adaletsizlik duygusunu engellemenin bir yolu olurdu.
Bu denge Türkiye’de ne zaman kurulur bilinmez, ancak toplumun tam da kurulduğunu düşündüğü an bir takım çevreler, bir kısım emperyalist güçler tarafından bozuluyor. Dün satın alınan bir ürün/hizmet bu gün aynı fiyata alınamıyor.
Dün 100 TL.’ye çok şey satın alabilirken bu gün birçok şeyin satın alınamadığı biliniyor, görülüyor. Bu dengeler sistemi bakımından ABD’nin çok daha adaletsiz bir sistemi var; sol, sosyal demokratlar bunu düzeltmeye çalışsa da ABD ve Biden bu konuda gerekli reformları yapmakta başarısız.
Rusya’nın Putin’i, saldırgan yıkılmış Sovyet düzenini ‘Komünizimsiz’ ‘Putinizm’le gerçekleştirme peşinde. Çin ise komünist düzenden kaçanların bulunduğu Şangay ve okyanuslara hükmetme peşinde. Buna paralel olarak Ege de, Akdeniz de sular ısınmaya devam etmektedir.
1974’de Ayşe’nin tatile çıkmasıyla başlayan Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra NATO’da müttefiki olmasına rağmen Türkiyeye uygulanan ambargo nedeniyle, zamanın Başbakanı Sayın Bülent Ecevit Türkiye’deki NATO üslerinin faaliyetlerini durdurmasını ve hatta NATO üslerinden kalkan keşif uçakları ile radar sistemlerinin çalıştırılmayacağını ve ambargo kalkmadığı sürece Türkiye’nin bu kararının devam edeceğini belirtmişti. Zorunlu olarak Rusya ve doğu bloku yani Varşova Paktı ülkelerle ilişkiler sonucu bir takım askeri ve teknolojik ihtiyaçların Rusya’dan karşılanması yoluna gidileceğinde ısrarcı davranması ile Eylül 1978’de NATO yani ABD ambargoyu kaldırmıştı. F 16 uçaklarının Türkiye’ye verilip verilmemesi konusunda tartışmalar o dönemde de olmuştu.
Aslında bu gerilimin başlangıcı 1964 yılında Rumların Yunanistan desteğiyle, ABD’nin de Yunanistan’ı şımartmasına dayanarak Kıbrıs’ta 364 Türk’ün Rumlar tarafından katledilmesiyle başlayan bir süreçtir.
O dönemden bugüne kadar Irak teskeresi, Suriye’de ise ABD’nin ayrılırken binlerce tır dolusu silahı PKK/PYD gibi terörist unsurlara bırakması, Türkiye’nin 30 km’lik güvenlik şeridinden çekilmeleri konusunda anlaşılmasına ve ısrarına rağmen, Fırat’ın doğusundan kullandığı terör örgütlerini çıkarmaması, Türkiye’nin sınır ötesi harekâtları, Doğu Akdeniz’deki enerji politikaları, Rus S-400 hava savunma sistemlerini alması, Türkiye’nin nükleer enerji sistemlerinin Rusya tarafından yapılması, Türkiye – Rusya - İran güvenlik koalisyonu ve Ukrayna - Rusya savaşında barışçı rolü, tahıl anlaşması gibi konular da etkili olmuştur.
ABD’nin dede ağaç üssüne varana kadar Türkiye’ye karşı uyguladığı politikalar ve Yunanistan’ı Türkiye üzerinde kullanması yeni değildir. Yunanistan her dönemde kendine taşeronluğunu yapacak emperyalist bir ülke bulmuştur, bu günde öyledir.
Ukrayna - Rusya savaşı nedeniyle mi Yunanistan’daki üsler oluşturuldu, yoksa Türkiye’ye tehdit olarak mı? Neresinden baktığınıza bağlıdır. Ama Türkiye’ye bir mesaj var, çünkü Yunanistan şımarık hareketlerine devam ediyor. Son günlerde Türk ticari gemilerine ateş açma cesaretini bile gösterebilmiştir. Bu tutum Yunanistan’daki seçimlerden sonrada devam ederse Ege’de sular artık kaynama noktasına gelir.
Dünya liderleri tüm bunların barış isteğinden kaynaklandığını belirtmekte ve bir sorun görmemektedirler. Bunu anlamakta güçlük çeken ülkelerden miyiz? Dünyada barışın standardı değişti de biz Türkler farkında mı değiliz?
Önceki yazılarımda da belirttiğim üzere Kurtuluş savaşında Yunanlıları Akdeniz’e dökmek, Kıbrıs’ta yaptığı katliamlar sonucu Barış Harekâtına rağmen şımarıklığa devam etmekte, Türkiye’nin bu tür tehditlerden çekinmeyeceğini bildiği halde dersini unutmuş görünmektedir.
Yunanistan 100 yıllık, ABD’de NATO’da müttefiki olmasını göz ardı ederek Türkiye’den son 50 yılın intikamını alma peşinde koşmaktadır.
Bölgede denge unsuru olan ve Türkiye’nin barışçı politikalarından rahatsızlık duyan ABD, NATO ve Avrupa Birliği, kendi amaçlarına ulaşmada NATO’dan müttefiki Türkiye’nin menfaatlerini ve dünya insanlığı adına barışçıl çabalarını görmezden gelmektedir. Türkiye’nin eksen değiştirdiğinden bahsetmekte ve Türkiye’nin şartlarını ve çabalarındaki insani boyutları görmekte ya zorlanıyorlar ya da görmek istemiyorlar. Anlaşılan o dur ki Ayşe, Ege’de bir tatile daha çıkacak, daha sonra da doğu Akdeniz’de; maalesef müttefikler bu dilden anladıklarını her fırsatta gösteriyorlar. İnsanlık adına barış adına çözüm üreten yok.
Rusya’yı Ukrayna’da durdurmak için demeçlerden, açıklamalardan ileri gitmeyen veya gidemeyen ve başka eylem de bulunmayan, bulunsa da yetersiz askeri yardımları için Ukrayna yıkıma uğradıktan sonra uyanan, Rusya’nın doğal gaz vanalarını AB’ye ve yaptırımlara karşı kapatmasının ardından kış mevsimine doğru enerji yokluğu ile telaşa düşen Avrupa. Bir bakıma iyi de oldu çünkü Türkiye’nin soba satışları arttı. Beşe dahil ülkeler ve peşlerine takılan diğerleri, hareketsiz/kararsız kalmayı çıkarları için uygun buluyorlar. Demogoji ve hamaset politikaları ile durumu idare etmeye çalışıyorlar.
Kosova - Sırbistan gerginliğini erteleyen veya ertelettiren Avrupa, Ukrayna - Rusya savaşında yaptırımlar nedeniyle enerji ve ekonomik darboğaza giren ve ABD’nin peşinden sürüklenerek bedel ödeyen Avrupa, acaba ABD ile yolları ayırma noktasına mı geliyor? Bunu gelecekte görmek mümkün olabilir mi? İngiltere tekrar AB’ye geri döner mi? Belki de ABD yalnız bırakılabilir. Almanya AB’nin Amerika’sı olabilir mi? Birlik kurmaya çalışan Putin’in Rusya’sı da öyle..
İnsanlığın seyretmek zorunda kaldığı bu tür yönetimler halkını kaybetmeye devam ediyor. Dünyanın yaşı 4,5 milyar yıl, bilinen insanlık tarihi 7 – 8 bin yıl, bu talanla yeni bir devrin, yeni bir zamanın/jeolojik devrinde yaklaştığı belirtisi çok yüksek. Gelecek ekonomik/jeolojik devirlerde, zamanlarda değişime uğrayan dünya üzerinde canlılar içinde insan olur mu bilinmez.
Dünyadaki barışı korumaktan uzak, talan ekonomisine devam eden güçlü denilen devler, piyon ülkeleri savaşlara sürüklerken, kim bilir belki birgün ekonomik belkide siyasi açıdan, ABD’nin Meksika’yı ve Çin’in Tayvan’ı belki de Honkong’u ilhak sırasını, arka planlarda çok uluslu çalışan dünyanın güneş batmayan ülkesi İngiltere’nin çok kolay olmasa da tüm dünyayı yutmasını mı beklemektedir.
Diğer taraftan Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Direktörü John Kirby, Rusya'nın Ukrayna'dan bazı bölgeleri, ilhak etme planını sürdürdüğünü ve bu konuda Harkiv başta olmak üzere birçok bölgede sahte referandum hazırlığında olduğunu duyurmuştur. Rusya bu tür manipülasyonlarla Ukrayna halkını ve yönetimini yorarak ve bıktırarak Ukrayna topraklarını ilhak etmeye ve halk istedi noktasına getirmeye çalışmaktadır. Bu tür savaşlarda güç böyle bir şey midir? Yoksa bu harekâtlar güç gösterisi midir?
Ancak yine de güç; askeri güç de olsa önce bilgi, sonra da ekonomik güç demektir. Anlaşılan o ki bilgiyi, yapay zekâyı en iyi kullanan, gücünü artıran dünya üzerinde hâkimiyetini kuracaktır. Etkilenmemesi mümkün olmamakla birlikte, umarız ve bekleriz ki Türkiye teknolojik bilgiye sahip olurken, bu savaşların dışında kalır.
Savaşsız nice yıllara, Sağlıcakla kalın…