Değişimde geleceğin tarihi

Emrullah BİLGİN - Değişim

Dünyanın bilinen yaşı 4,5 milyar yıldır. Ancak bu zaman zarfında bir çok değişime uğramıştır. Bilim insanları bunları jeolojik devirler/zamanlara bölmektedirler.
Jeolojik devirler esasen kambriyen devri öncesi ve sonrası olmak üzere ikiye ayrılmakla birlikte, daha sonraları dört kez ana değişime uğradığı konusunda bilim adamlarının ortak bir görüşü vardır. Böylece yer yüzünün dört defa jeolojik devir atlattığı bu jeolojik zamanlar da, kendi araların jeolojik devirlere/zamanlara ayrılarak 15-16 defa çeşitli şekillerde değişime uğradığı belirtilmektedir. Böylece değişim dünyanın ve canlıların bir gerçeği durumuna gelmiştir. Değişimi yaşamak kaçınılmaz olmaktadır. Öyleyse değişime direnmek pek de akılcı olmasa gerek.
Değişime ayak uyduran ve hatta buna ivme kazandıran, dolayısıyla bunu fırsata çevirip toplumsal refahını, kalitesini artıran ülkeler/topluluklar karlı çıkmışlardır. Bunları açıklamakta ki esas amacımız zaman ve değişim sürecini fark edebilmek, fark ettirebilmektir.
Önceki makalelerimizde de bahsetmiştik, Fransız bilim adamı Prof. Dr Jacques Attali de araştırmalarında ulaşım, sermaye, teknoloji vb. unsurlar açısından bir çok düzen dönemleri oluşumuna görüşlerinde yer vermektedir. Sermaye, gelişmişlik, teknoloji vb. unsurlar el ve yer değiştirdiğinde tercihlerde değişebiliyor.  Attali’ye göre bu nedenlerle dokuzuncu düzen dönemi de sona erecektir. Ancak onuncu pazar yöntemi mümkün olacak mı? Onuncu yöntem, uluslar arasında yeni dengeler yaratabilecek mi? Yaratırsa; yeni teknolojilerle kısa sürede giyim, besin vs. üretebilecek mi? azalan enerjilerin yerine yenilerini getirebilecek mi? sorularına karşı elbetteki getirebileceği fikri çoğunluktadır savını savunmaktadır. Bu onuncu yöntemin merkezi yine sermaye, gelişmişlik, sanayi, ulaşım, iletişim gibi çeşitli konularda çok güçlü bir bölge olmalıdır. Yıllar öncesi uydu kentler oluşturulurken şimdilerde dijitalleşmenin etkisi ve yönlendirmesi ile uydu bölgeler oluşturulmaktadır.

Yüksek bir olasılıkla beklenen 2025 krizinden bir çok ülke etkilenirken Amerika Birleşik Devletininde bazı kayıplarına rağmen askeri, teknolojik, mali ve kültürel açılardan dünyanın en güçlü ülkesi olarak kalacağından emin görülmektedir. Profesör Attali’nin sözünü ettiği onuncu merkez yine Amerika Birleşik Devletinde olacaktır. Zira Washington hala dünyanın politik başkenti, böyle olunca Amerikan ordusu da dünyanın askeri gücü olmaya devam edecektir. Bu husus bu gün için de böyle görülmektedir. Bir şehrin ya da bir bölgenin merkez olabilmesi için, ilk olarak iletişim-ulaşım ağını elinde tutabilecek büyüklükte bir limana sahip olması, kendi kendine yetebilecek ve hatta dışarıya yönelik üretim yapabilecek boyutlarda tarım olanaklarına ve bunu kullanabilecek insan gücü ile teknolojiye, ayrıca güçlü bir sanayiye sahip olması gerekmektedir.
Ancak tüm bunlar merkez olabilmek için yeterli mi? Hayır görünen o ki yeterli değildir. Bir merkezin tüm dünyayı yönetebilmesi için kendi sanayi, finansal, banka vs. kuruluşlarını oluşturabilecek, yeni teknolojileri finanse edebilecek güçte olması, açıkça  parasının da olması gerekiyor. Günümüz merkezlerinden önce; limanı, güçlü tarım desteği ile Brugge; ardından yine güçlü tarım desteği ve izole limanı ile Venedik; üçüncü olarak Anvers; dönemi içinde uygun tek Akdeniz limanı olarak Cenova; ardından Amsterdam; yine önemli limanı ve sanayisi ile Londra; yedinci ve sekizinci olarak Boston ile New York merkez olmuşlardır. Dokuzuncu merkez Kaliforniya, Onuncu merkez de muhtemelen San Diego olacak görüşü çoğunluktadır. Merkezin Kuzey Meksika'dan Batı Kanada'ya kadar ulaşan bölgeye de uzanabileceği tahmin edilmektedir. Günümüzde hala Amerikan İmparatorluğunun ebedi olduğunu düşünen dünya ya tepeden bakan Amerikalı yöneticiler/sermaye sahipleri bulunmaktadır. Onlara göre; Amerikayı bir imparatorluk olarak görenler için, Amerika bir imparatorluk değil, siyah ırkın ve kızıl derililerin beyazlarla eşit koşullarda olmamasına rağmen bir demokrasi ülkesi olarak görülüyor. Tarih, merkezin illa en geniş alana, geniş topraklara yayılmış ya da en kalabalık olan ulusun topraklarında olmasının zorunlu olmadığını göstermiştir. Öyle olsaydı Mezopotamya ve Brugge, Venedik vs. işlevselliğini hiç kaybetmeyecekti.
Londra gerek büyük kapasiteli limanı, gerek sanayiye değin gücü, en önemlisi ise parasal gücü sayesinde bu görevi üstlenebileceği ön plana çıkarılmaya çalışılmaktadır. Ancak Londra’nın arazisinin ve iklim koşullarının elverişsizliği nedeniyle tarımsal güç konusunda yetersiz kalabilir. İngiltere’nin AB’den çekilmesi diğer AB ülkelerini sırtında taşımak istememesi ve katı, paylaşımsız Milliyetçilik düşüncesinden de kaynaklanmış olabilir.

Merkez; belki de Londra'dan Brüksel, Lille ve Parisi geçerek Frankfurt’a kadar uzanan hızlı tren hattı üzerindeki şehirlerden oluşabilir. Bu takdirde İngiltere AB’ye geri mi dönecek? İngiltere için Londra-Frankfurt hattında bu şekilde mali ve sanayi güç sağlanmış olacağı düşünülebilir. Bu durumda, bu bölge Kaliforniya'nın, Euro ise Amerika Birleşik Devleti dolarının yerini alabilir. İşte bugün Avrupa ile Amerika arasında rekabet açıktan olmasa da devam etmektedir. Bunların dışında İskandinav ülkelerinde Stockholm, Helsinki ve Oslo arasında yeni bir merkez ortaya çıkarılmaya çalışılmaktadır. Ülkelerin iç ve dış politikaları bunu gösteriyor, Newyork’un Londra’nın gücü bu şekilde azaltılmaya çalışılmaktadır. Ancak, bu kuzey ülkelerinin dünya tehlikelerinden uzak durma tutumları nedeniyle bunun gerçekleşmesi küçük bir olasılık olarak görünüyor.
Hiç bir Avrupa ülkesi, bir merkezin ihtiyaçlarını karşılamaya ve merkezi muhafaza etmek için gereken masrafları karşılamaya hazır değildir. En azından buradan böyle görünmektedir. Piramidin başındaki küresel sermayenin dolayısıyle küresel gücün dil, din, ırk, ülke ayrımı yoktur, oyunlar daima kazanmak üzerine kurulduğu için tercihler her an değişebilir. Teknolojik güç odakları karşılaştırmasına bakıldığında; 2030-2035'li yıllarda Japonya'nın komşularına ve diğer civar ülkelere kıyasla teknolojisi daha ileri olacağı bellidir, bu yüzden o bölgede kuşkusuz bir güç haline gelecektir.
Ancak 1980’lerde yaşanılmış bir gerçek var ki Japon ekonomisi o yıllarda uluslararası bir değer konumuna gelecek kadar yeterli olamamıştır. Gelecek yıllarda da yeterli olmayabilir. Shangai ve Bombay yakın gelecekte dünyanın en büyük ekonomileri haline gelebilirler, eğer bu durum gerçekleşirse ticari düzenin merkezi olabilirler. Bunu başarmak için iletişim şebekelerine, kentsel yapılarına, hukuki ve teknolojik yapılarına, güvenlik güçlerine ve orduya kadar altyapıyı oluşturmaları, yüksek sayılarda insana iş olanağı yaratmaları vs. gerekmektedir. Kısacası, şimdiler de ön plana çıkarılmaya çalışılan Shangai ve Bombay ın merkez olabilmeleri çok zor görünüyor. Uzun bir süre sonra belki Avustralya da merkez olmaya aday konumuna gelebilir.
Son dönemde Fransa’yı arka planda bırakıp, Amerika, İngiltere ve Çin ile Aukus Savunma Paktı anlaşması bu açıdan bir hamle gibi görülebilir. Ancak, nakliye yani ulaşım konuları; Sydneyin Tokyo ya da Los Angeles'a uçakla dört saatlik, gemiyle beş günlük mesafeye indirecek kadar teknolojik gelişmelere bağlı olduğu açıktır, bu bölgenin ulaşım-iletişim açısından dünya ticaretini kontrol etmesi pek de mümkün görünmemektedir.
İslam Dünyası da (Ankara, Kahire, Bağdat, Cakarta) merkez olmayı arzu edecekleri belirtilmekle birlikte Türkiye için ulaşım, sanayi ve imalat açısından İstanbul daha önde görülebilir. Ancak bunun için bu bölgelerin sanayi, kültürel, politik, mali olanaklarının olması, hatta günümüzde imkansız olarak gözüken fikir özgürlüğüne sahip olmaları, fikir özgürlüğünü genişletmeleri gerekecektir.
İşte son dönemlerde dünyayı çoklu merkezlerden yönetim senaryosu geliştirilmeye çalışılsa da, çok uzun süreliğine; geleceği yönlendirecek üç dalga ortadan kalkana kadar düzenin işleyişinde herhangi bir merkeze ihtiyaç duyulmayacağı da iddialar arasındadır. Pazar, yeteri kadar güçlü olacak ve üretici sınıf dünyayı yönetmek için artık aynı yerde yaşamak zorunda kalmayacaktır. Yeni sanayi bir çok farklı noktaya aynı anda yerleşecek ve düzen merkezsiz işleyecek tezi de savunulmaktadır.
Ekonomik ve sanayi merkezleri çok yakın gelecekte askeri ve finansal güç nedeniyle el değiştirebileceği gibi çok merkezli de olabilir. Çok merkezli olması durumunda bu merkezler arasında, Türkiye olarak yer alabilmek için askeri güç dışında finansal gücün de kazanılması, ekonomik ve finansal kırılganlığın önlenerek, dinamik yapıya sahip kavuşması ve ileri teknolojik ürünlerin ihraç edilebilir konumda olunması gereklidir.
Tüm bunların gerçekleştirilebilmesi için teknolojik tabanlı bilim adamları ve üniteler ile yerli yatırımcıların çoğalması ve teşvik edilmesi gerekmektedir. Uydu teknolojik sanayi bölgeleri oluşturulması Türkiye’yi bir kaç seviye üste atlatacaktır.
Barış huzur dolu nice günler dileğiyle..
Hoşça Kalın...

İlk yorum yazan siz olun