Değişimde tarihi gelecek

Emrullah BİLGİN - Değişim

İnsanoğlu değişimini mağara yaşamından başlamak üzere tabiattaki var olanları keşfettikçe geliştirmeye ve değiştirmeye çalışmıştır.

Hep söylenir ateş, tekerlek, yazı, matbaa vs. ekonomik alan da ilk sermaye toprak, toprağı işleyen unsurlar, güç, emek kara sabandan, makine tarımına geçiş ve dijital tarıma geçiş bunların hepsi değişen şartlara göre gelişmedir.

Bilim insanlarınca Anadolu’da hayatın keşfi 7000 - 8000 yıl öncesinde başladığı belirtilmektedir. Hızla elde edilen bilgi, hızla değişime uğrayan yaşam koşulları, homojen olmamakla birlikte yükselen hayat standartları. Süregelen toprak savaşları ve ekonomik savaşlar.

Güven içerisinde yaşayabilmek için kurulmuş şehir devletleri, monarşik devletler, hakların yükseldiği imparatorluklar ve demokrasi yaşamı için verilen kavgalar ve savaşlar. Bütün bu süreçler adaletli ve kaliteli, ortak yaşam çabalarının değişimini ve gelişimini sağlamaya yönelik olduğu görülmektedir. Bu gelişim ve değişim hep dalga dalga olmuştur. Yeni keşifler, bilgiye ulaşımın artması, sermaye, askeri güç vb. İnsanoğlu çağlar kapatıp, çağlar açmıştır.

İlk çağ, orta çağ, yakın çağ gibi,  ancak insan ihtiyaçları için hep olanı verip olmayanı almış veya olmayanı almak için bedel ödemiştir. Bu bedeli en az şekilde ödeyebilmek için gücünü geliştirmiştir. Öyle ki süper den artık hiper’e geçmiştir. Prof. Attali bunu geleceğin ilk dalgası, hiper imparatorluk olarak adlandırıyor. Genel kanı geçmişin, sadece pazarın ve demokrasinin genelleşmesinden ibaret olacağı yönünde; bu da tarihin sonu anlamına gelmektedir. Çünkü artık bir diktatörlüğü demokratikleştirmek için savaşlar yapılmıyor görüşündedir.

Günümüzde artık savaşlar yapılsa da cepheler belirsiz veya farklı, çıkar ilişkileri sonucu terör bölgeleri ve destekçileri oluşturularak açık/açık olmayan zeminlerde bu savaşlar sürdürülmeye çalışılmaktadır. Burada da ekonomik alandan bildiğimiz kazan,  kazan olarak bilinen yöntem işliyor. Prof. Jacques Attali ve benzer bilim adamları tarafından, 2025 - 2030 yılları arasında, dokuzuncu düzen gücünü yitirerek yerini, tek bir güç ile değil de birden fazla güç ile idare edilen bir düzene yerini bırakacağını da savunmaktadırlar.

Tabi ki bu düzenin de ne kadar ayakta kalacağı tartışılabilir. Ancak Türkiye gecikmeden hangi düzen olursa olsun oluşacak düzen içinde yerini almalıdır. Türkiye halen sürdürmekte olduğu iç çekişmelere son vererek birlikte yüzünü dışarıya çevirip milli bir duruş sergileyebilir. Bu konuda asla geç kalınmamalıdır. Aksi halde gelecek nesillerimize bırakacak bir düzenimiz bile olamayabilir.

Son dönemde Akdeniz’de enerji odaklı merkez oluşturulmaya çalışılmaktadır. Türkiye’ye karşı komşu ülkenin başı çektiği gibi görünen, ancak kullanılmaya müsait olduğundan öyle görülen, temeli enerji odaklı ve sözüm ona savunma amaçlı gibi gösterilen askeri ve ekonomik anlaşmalar yapılmaktadır. Türkiye bu çevrelerle de mücadelesini sürdürmeli ve gelişmesine devam etmelidir.

2050’lere doğru yeni teknolojik olanaklar sayesinde dünya düzeni evrensel olan pazar etrafında birleşecek ve hiperimparatorluklar başlayacaktır. Dünya pazarı eski alışkanlıklarına devam edecek yani kısmen Amerikan yapısını muhafaza edecek gibi görünse de, Amerika dışında arzu edilen, istenen, kurulmaya çalışılan düzen bu olmasa gerek.

Bir NATO ülkesi olan Türkiye ve diğer dünya ülkeleri Amerika hegemonyasından mutlak kurtulmalıdır. Kendi güçlerini birleştirerek evrensel demokrasi, evrensel ve homojen paylaşım düzeni kurulmalıdır. Türkiye ülke çıkarları dahilinde bu oluşumların dışında kalmamalıdır. Amerika ve destekçilerinin yakın geçmişte demokrasi getireceği vaatleri ile ırak, Suriye ve Afganistan’daki tutumları ortadır.

Her ne kadar da Arap baharı, bazı Arap ülkelerinde tutmamış gibi görülse de yakın gelecekte Çin de ve Müslüman dünyasında ticari büyüme, diktatörlüğü ortadan kaldırıp, parlamenter demokrasiyi getirecek bir orta sınıf yaratılacaktır. Rusya bunu ne kadar başardı tartışılabilir, ancak Rusya dışında Şili, İspanya, Türkiye de Hinduizmin veya İslamiyet’in demokrasiye karşı direnişinin ortadan kalkmasından Mısır, Endonezya, Nijerya, Kongo, Çin ve İran da etkileneceklerdir. Serbest seçimlerin uzun süreli pazar demokrasisini sağlamaya yeterli olmadığını, Irak ya da Cezayir örneklerinden, ekonomilerini ve politikalarını sabitleyememeleri veya belirli seviyede tutamadıkları görülmüştür. Bu ülkelerin; sistemde başarılı olabilmeleri için insan haklarına saygı gösteren kuruluşlar, parlamento, politik parti, hukuk sistemi ve güvenlik güçleri ile donanmaları gerekir. Göç ve mülteci çığırtkanlığı yapılsa da sadece Türkiye değil diğer sözüm ona “demokratik uluslar!” bu ülkelerin şirketlerine, ürünlerine, öğrencilerine vs. pazarlarını açarak yardımcı olabilirler. Bu süre zarfında bazı bölgeler diğerleri ile bir arada yaşamaya devam etmek istemeyeceklerdir. Çek Cumhuriyeti’nin Slovakya’dan ayrılması, Yugoslavya’da insan topluluklarının birbirinden ayrılması bunun bir örneğidir.

Tüm bu geleceğin demokrasilerinde, ulusal gelirin önemli bir kısmı bir süreliğine kamu bütçelerine, sosyal ve özel sigorta sistemlerine kayacak ve köylü sınıfı ile işçi sınıfları ortadan kalkacak gibi görünüyor. Demokrasi ve pazar aynı güce sahip oldukları sürece birbirlerinin rekabet alanlarını paylaşıp, sınırlarına saygı duymaları gerekecektir. Her kıtada başlıca bir ya da iki güç ile (Amerika Birleşik Devleti, Brezilya, Meksika, Çin, Hindistan, Mısır, Rusya, AB ve belki Nijerya) dünya çok merkezli bir şekle dönüşecektir ve gelecekte bu dokuz ülke birleşip dünyayı yönetecek fikrini savunanlar az değildir. Türkiye elini çabuk tutarak bu dokuz ülke arasına girerek onuncu ülke olabilmelidir.

Antartika’yı bile bölüşen, uluslararası ya da ulusal kuruluşlar, sanayi ve finansal güçleri, pazarları birleştirmeyi veya sınırlandırmayı, parsellemeyi kazançları için elbette deneyeceklerdir. Ardından, ülkeler devlet bütçesindeki yükten kurtulabilmek pahasına sağlık ve eğitim gibi sektörlerdeki kamu çalışanlarını daha sonraları hakimleri, askerleri tamamen özel sektör çalışanı haline getirmek isteyebilirler.

Gün geçtikçe pahalılaşacak olan bu sektör hizmetlerinin yerini, seri üretilecek sanayi ürünleri alacaktır ve böylece pazar ile pazar demokrasileri arasında jeopolitik bir çatışma başlayacaktır. Ancak pazar daralmalarında ise bu sektörlerin fiyatları düşerek fakir halkında faydalanabileceği düzeye inecektir. Jeopolitik bu çatışma devam ederken hiper gözetimden oto denetime geçecek olan özel şirketler önce işlevsel, ardından da seri üretim ürünlerini ticaretleştirmek isteyeceklerdir. İlk olarak daha fazla bilgi ve enerjiyi daha az yer kaplayacak şekilde biriktirmeyi, daha az ham madde ve enerji tüketmeyi araştıracaklardır.

Zaten günümüzde üretilen ürünler maliyeti düşük, hep daha az enerji tüketmeye yönelik üretilmektedir. Bütün bunlar ancak nano teknoloji sayesinde gerçekleştirilebilir. Çeşitli teknolojiler; suyu, ormanı ve petrolü daha az kullanılmasına yol açacak ve deniz, uçak ile ilgili bilinmeyen birçok kaynaktan yararlanmasını sağlayacaktır. Nano bilgisayarlar üretilecek ve enerji nano merkezleri hidrojen pilleri kullanmaya başlayacaktır. Ulaşım, iletişim, eğlence, bilgilenme yöntemleri herhangi bir nesnenin bünyesine entegre olabilecek kadar küçültüleceklerdir.

Son yıllarda bu alanda birçok teknolojik ürün üretilmiştir. Bilgisayarlar, mobil telefonlar, lazer teknolojisinden faydalanılarak üretilen kablosuz cihazlar ve diğer birçok mobil araçlar bunlara örnektir.

Diğer taraftan evcil robotlar ihtiyaç duyanlara gündelik yaşantılarında yardımcı olacak, şoförsüz araçlar yaygınlaşacak ve arabalar kendi kendilerine gerekli adrese gidebilecekler, birbirine çok uzak bazı şehirlerarası hipersonik uçaklar sayesinde kısa sürecek vs. ve en sonunda aya, ardından da Mars’a seyahatler daha sık düzenlenecek ve uzay araçları adeta uzay dolmuşu haline gelecektir.

Türkiye bu teknolojik gelişmelere paralel olarak bu kulvarda yer almak, değişimini ve gelişimini tamamlamak istiyorsa enerji açığını kapatmalı, bütçesinden enerjiye ayrılan yüksek paylardan kurtulmalıdır. Üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye yenilikçi, yenilenebilir, ekolojik yapıya zarar vermeyen tam tersine destekleyen enerji kaynaklarını harekete geçirebilir.

Bu itibarla üretime döndürülememiş Anadolu’da, Akdeniz’de, Karadeniz’de bulunan enerji kaynaklarını çok kısa sürede ekonomisine kazandırabilir. Bu değişim ve dönüşüm tarımsal girdilerle desteklenmeli, bunun içinde KOP’da, GOP’da, Çukurova’da, Amik ovasında, Mendereste, Doğu Anadolu platosunda üretimi arttıracak su ve enerji kaynaklarını minimum seviyede kullanan, yerel tohumlar da yaygınlaştırılarak doğal ve organik olacak şekilde dijital tarıma kısa sürede geçilmelidir.

Bu gelişmelere eş zamanlı olarak sanayi bölgelerinin atılımı için İstanbul, İzmir, Ankara, Adana, Bursa, Konya, Gaziantep, Diyarbakır, Malatya, Erzurum, Trabzon, Samsun, Van gibi bölgelerde üretime yönelik tarım ve sanayi ağırlıklı lojistik merkezler, lojistik üsler oluşturulabilir.

Bu lojistik üslerin gerçekleşmesinde bakanlıklar ve kendi alanlarında tecrübeli işletmelerden-kuruşlardan, profesyonellerden faydalanılabilir. Böylece Türkiye’de oluşturulacak lojistik üsler vasıtası ile tarım, yüksek teknolojik sanayi ürünleri üretim ve ihracı ile ekonomiye kazandırılabilir. Tarımda üretim, rastgele üretimden ve değerlendirilemeyen veya elde kalan üretim fazlası ürünlerden uzaklaşıp, etkin toprak analizi, alım garantili, taahhüde dayalı sisteme geçilebilir. Sistemin temelinde köylerde veya tarımsal alanlarda yaşayanların ve çalışanların bulundukları yerde tutulmaları sağlanarak hareket kabiliyetleri daha da genişletilebilir ve geliştirilebilir, bu bölgelerde karadan ve havadan ulaşım ağları da tamamlanmış, tarım ve sanayi bölgeleri oluşturularak direkt yurt dışı bağlantılı lojistik bölgeler, platolar hayata geçirilebilir.

Bu şekilde istihdam genişletilerek gelir düzeyi de attırılabilir. Böylelikle değişim/gelişimle refah düzeyi artarak yaşamın ve bütün unsurlarının kalitesi yükseltilebilir. Ancak bunlar yapılıyormuş gibi görünmekten ziyade gerçekten yapılmalıdır.

Sağlıklı ve mutlu nice günler dileğiyle esen kalın...

İlk yorum yazan siz olun