Dünya ekonomisinde küçük bir kesimin ürettiği, çoğunluğun tükettiği, üretimde ve üretim araçlarında tekelleşmeye doğru giden bir sistem yeryüzüne hâkim olmaktadır.
Yaşadığımız gezegende; biri kapitalist, diğeri sosyalist ekonomi doktrini bulunmasına rağmen, dünya ekonomisinde sosyalist ekonomi düzeninin pekte etkisinin olmadığı ve kapitalist sistemin acımasız kuralları gün geçtikçe kendisini daha sert hissettirmektedir.
Şöyle bir değerlendirme yanlış olmasa gerek; sözde üretim araçlarının devlet elinde bulundurulduğu ve işçi sınıfının hakim olduğu vaadiyle komünist/sosyalist düzen çökmekle kalmamıştır. Polonya, Romanya gibi komünizmden kopmuş bazı ülkeler de ABD’nin hamiliğinde NATO’ya hızlı bir geçiş yaparken, Rusya buna engel olamamış ve Ukrayna’nın NATO’ya geçişine engel olmak için savaşı başlatmıştır.
NATO’dan güvenlik yardımı bekleyen, sözde tarafsız teröre teslim olmuş iki Avrupa ülkesi daha İsveç ve Finlandiya. NATO’ya girişinde bile bedel ödeyen Türkiye hariç, NATO’nun hamisi durumundaki ABD ve destekçileri bu güvenlik şemsiyesi altında, bu sömürü düzeninde, siyasi ve ekonomik çıkarlarını korumaya devam etmektedirler.
Kapitalist sistemin acımasız, kuralsız kurallarıyla, vergilendirme ve paylaşım sistemlerinin bozulduğu, üretim araçlarını elinde bulunduran küçük bir azınlık grup veya ülkeler insanlığa pandemi etkilerini de öne sürerek, pandemi döneminde ki ekonomik ve ticari açıklarını hiç bir ekonomik sisteme uymayan ve fiyat artırma trendinde rekabetle, sömürü düzenini daha da katılaştırarak kapatma peşindedirler.
Özellikle Türkiye’nin, dünyada enflasyon artışlarında beşinci, Avrupa’da birinci olma sebebi sadece ham madde veya girdi fiyatlarının artışlarından mı kaynaklanıyor, yoksa bu değişmeleri fırsata çevirme isteğinden midir?
Buna Rusya - Ukrayna savaşını da sebep gösteren süper güçler denilen ülkeler ve firmalar, iş çevreleri yarının gelirlerini bu günden insanların harcamalarına ve hatta finansal açıdan geleceğe borçlanmalarına sebep olmaktadırlar. Yarınlara ve gelecek nesillere güçlü bir ekonomi, yüksek bir gelir dağılımı bırakmak yerine bitmiş kaynaklar, bozulmuş doğa ve talan ekonomisini miras bırakacaklardır. Öğretilerde yer alan hiç bir ekonomik düzenin doğru ve bilinen kuralları ve insani boyutu kalmamış veya oldukça azalmıştır. Herhangi bir ekonomik düzene benzemeyen bu talan ekonomisinin temsilcileri, İnsanların gelecekte, korktukları düşük refah düzeyinden biraz daha üstlerde ve hedeflediği hayat standartlarında tutunabilmek yoksulluk çekmeden yaşayabilmek, gelecekteki hayatlarında belirli düzeyde bir konforu satın alabilmek için elde ettikleri tasarruflarını bu günden ellerinden almaktadırlar. Geçmişten öğretilerimiz arasında yer alan ne kapitalizm ne de sosyalizm tanımladıkları ve insanlara vadettikleri doktrinde olamamışlardır. Vadettikleri refahı bu konforu küçük bir azınlık dışındakilere verememişlerdir.
Kapitalist sistem içerisinde yer alan, bazı çevrelerce de son dönem öncülleri arasında gösterilen ve doğrusal ekonomiyi benimseyen neoklasik iktisadın temel amacı ekonomik kalkınmanın sürekli hale getirilmesidir. Doğal kaynakların kıt ve sınırlılığını görmezden gelen bu iktisadi yaklaşım, ortaya koyduğu ekonomik model bakımından, materyal ve enerji akışlarına göre sürdürülebilir nitelikte değildir çünkü dünyada doğal kaynaklar sınırlıdır. Dünya güçleri, bilim insanları, ekonomi uzmanları da dünyada ki kıt kaynakların profesyonelce ve daha verimli yönetilmesinde hem fikir oldukları bilinmektedir.
İktisatçı Dennis Meadow; dünyadaki kaynakların bu kadar nüfusu taşıyamayacağını ve ne kadar nüfus artarsa ekonomik varlıklarda paylaşımın o kadar artacağını ve refah seviyesinin o kadar düşeceğini savunmaktadır. "Yüksek refah seviyesine ulaşmak için barışçıl yollarla dünya nüfusu 1 milyara kadar düşürülmeli" tezini savunan Prof. Dr. Dennis Meadow bunun barışçıl yollarla yapılmasını dünya gezegeninin ancak bu kadar nüfusu destekleyebileceğini, belki ne kadar özgürlük, ne kadar maddi tüketime sahip olmak istediğinize bağlı olarak, belki iki milyar olabileceğinden bahsetmiştir.
Çin’in Vuhan kentinde ortaya çıkartılıp tüm dünyaya yayılan Covid-19 virüsü dünya nüfusunu beklenen düzeyde azaltmadı mı? virüs aşısı erken mi bulundu. Yoksa bu aşı formülü önceden hazırdı da dünya ki süper güçler ekonomi düzenlerinin çökmesinden korktuklarından mı erken üretildi.
Ayrıca Rusya - Ukrayna savaşı ile ABD ve destekçileri Irak’ta, İran’da, Suriye’de, Afganistan’da ki insanların birçoğunu katleden savaşlardan menfaatleri uğruna kapitalist sisteme de hizmet etmeleri anlaşılabilir bir durum mudur?
Hangi sebeple olursa olsun bunu anlamak ve anlayış göstermek veya görmezden gelmek mümkün değildir. Ancak bir kapitalist sistem savunucusu Meadow’un yıllar önce ortaya attığı bu savın, bir sosyalist sistemin içinden gelmiş ve barışçı politikalar uygulamadan, Putin marifetiyle Ukrayna savaşını başlatarak bu sav yerine mi getirilmek istenmektedir.
1968-1970’li yıllarda; birçok ülkeden bilim insanları, eğitimciler, iktisatçılar, sanayiciler bir araya gelerek insanlığın bu gününü ve yarınını tehdit eden sorunları tartışmışlardır. Sonucunda, “Ekonomik Büyümenin Sınırları” adını verdikleri çalışmayı tüm dünya ile paylaşmışlardır. Büyümenin sınırları, büyüme ve çevre ilişkisine dikkat çekilmiştir. Bu ilişkilerin tespiti ve yapılan tartışmalar sonucunda mevcut doğrusal ekonomi modellerinin sürdürülemez olduğu ve alternatif modellerin geliştirilmesi gerektiği ortaya konulmuştur. Yeni ekonomi modeli olarak döngüsel ekonomi; ürün, malzeme ve kaynakların değerinin ekonomide olabildiği kadar uzun tutulduğu ve atık miktarının en düşük olduğu bir ekonomik yaklaşım olarak tanımlanmaktadır. Bu kavram üretim ve tüketim süreçlerini tekrardan tanımlamayı amaçlamaktadır.
Bu tanımlar tam olmasa da, belki de, “döngüsel ekonomi” enstrümanlarıyla zaman içerisinde kısa süreli inovasyonlar, standartlaşma, mekanik sistemlerin geliştirilmesi, otomatik -otomasyon ve daha sonraları hibrit olarak da değerlendirilebilecek elektronik - yazılım ve dijital sistemlere dönüştürülmesiyle süreç devam etmiştir. Ayrıca bu süreçte dünya toplumları, gelişen bilim, teknoloji ve sosyal yapılar sonucu ulusal ve uluslararası sömürü düzenleri bozulmuş veya az gelişmiş ülkeler lehine değişmiş ve bir çoğu da özgürlüklerine kavuşmuş veya bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Bu durum gelişmiş ülkeler aleyhine gelişerek ekonomilerinin hacimleri daralmış ve refah seviyeleri uzun bir süre aynı düzeyde kalmış veya genişleyememiştir. Böylece Japonya, Çin, Kore modeli gibi yeni ekosistem modelleri ortaya çıkmıştır.
Türkiye bu süreçte birçok ara dönemler ve bir birine benzer ekonomik modeller denemiştir. Ancak, ekonomide üretim ayağını geliştirememiş ve bu nedenle enflasyonu kontrol altına alamamış bütçe dengelerini dış borçlarla kapatmaya yönelerek dışa bağımlılıktan kurtulamamıştır. Bu noktada milenyum sonrası pandemi öncesine kadar üretim araçlarının yaygınlaştırılması ile iç ve dış yatırımlarla üretim artmış, dolayısıyla gelirler artmış ve bütçede dengeler oluşunca, dış borçlardan kurtularak, gelirlerin bir kısmının halkla paylaşılması ve buna paralel olarak da refah seviyesi yükselmiştir.
Ancak kısaca değinmek gerekirse;
Türkiye’nin ekonomisi pandemi sonrasında dengelerde değişiklik göstererek istikrarın yerini ekonomideki üretim ayaklarının bozulması ile yerini fiyat enflasyonuna bırakarak, bütçe dengeleri de bozulmuş, adeta ara dönem ekonomilerine dönüş yapmıştır. Türkiye bu durumu doğru politikalarla, üretim araçlarını harekete geçirerek, dışarıya bağlanmadan kendine yeni bir ekosistem modeli kurarak düzeltmek zorundadır.
Türkiye bunu bilinen ekosistemlerden biri olan ve üretim araçlarının yaygınlaştırıldığı, “herkes üretir herkes tüketir” modelini uygulayarak aşabilir. Unutulmamalıdır ki Çin, Kore ve diğer bazı Asya ülkeleri bu ve buna benzer modellerle ekonomilerini değiştirmiş ve geliştirmişlerdir. Türkiye’nin bu dönemi de hasar almadan atlatması önde gelen dileğimizdir. Yanlış anlaşılmasın bizim derdimiz Türkiye.
Ekonomik sorunu olmayan bir gelecek dileğiyle, sağlıkla kalın…