Yazılarımda konu olarak seçtiğim gerilim alanları, Türkiye’nin çevresi ve bulunduğu coğrafya ve etnik yapısı itibariyle sürekli aksiyonlarla karşı karşıya kalmakta ve bu aksiyon politikaları Türkiye’yi zinde tutarak teyakkuzda kalmasını sağlamaktadır.
Bu durum son yıllarda daha da belirgin bir strateji haline gelmiştir. Türkiye yönetimi bu stratejiye alışmış ve aksiyon almış ve enstrumanlarını hazırda tutmaktadır. Kim bilir belki de atom bombasını etkisizleştirecek veya zararını azaltacak silahta geliştirebilir bu potansiyelle.
Tarihin belirli dönemlerinde Anadolu ve Acem toprakları üzerinde Büyük Selçuklu Devleti dönemlerine kadar dayanan gerilim, Osmanlı-Safevi devletleri ile de devam etmiştir. Bu anlamda tarihi bir tecrübeye savaşçı kimliğe sahiptir. ABD’nin Müslümanlara yeterince yararı olmasa da Obama’yla bir Müslüman başkanı olmuştur. Geçmiş tarihte Moğolistan’da, Çin’de olduğu gibi hatta İngiltere’de faydasız başbakan Boris Johnson gibi gelecekte belki de ABD’nin iktidarlı bir Türk başkanı olabilir.
Irak ve Suriye, Türkiye ile İran arasındaki gerilimin muhtemelen tırmanacağı iki ana sahne olarak görülebilir. Türkiye Irak’ta Kürdistan İşçi Partisi’ne (PKK) yönelik askeri operasyonlar düzenleyip IKB’deki varlığını arttırıyor. İran destekli Iraklı milislerin Türkiye’nin ülkede artan nüfuzundan son derece rahatsız olduğu da bilinen bir gerçektir. Bu durum İran müttefiki Şii milisler tarafından hedef alınan Türkiye’nin Musul’daki Başika askeri üssündeki saldırılarda ortaya çıkmıştır denilebilir.
Dahası, Sincar’daki PKK bağlantılı Sincar Direniş Birlikleri (YBŞ) İran yanlısı Haşd-i Şabi ile yakın iş birliği içerisinde. PKK’nın bölgedeki güvenlik tehditleri karşısında Türkiye, birçok SİHA saldırısı gerçekleştirerek örgüte karşı askeri saldırı yapabileceğini sürekli gündemde tutmuştur. Buna karşılık İran destekli gruplar ise Türkiye’ye karşı tehditlerini yoğunlaştırmaya devam etmiştir. Asaib Ehl El-Hak lideri Kays Gazali, “Türkiye’nin Irak’ta konuşlanması ABD’nin kalıcı varlığından daha büyük bir tehdit olacak ve Türkiye Sincar’a müdahale ederse biz de silahlanırız” diyecek kadar ileri gitmiştir. Ancak gelinen noktada bu tehditler ve bölgedeki ABD’nin bölgesel çıkarları ile Rusya ve İran baskıları devam ederse Türkiye Sincar’a müdahale etmek zorunda kalabilir. Nedeni ise Türkiye’de artık ABD, İsrail yanlısı derin devlet politikaları bitmiş, Türkiye menfaatlerini ön planda tutan ve gözeten derin devlet yapısı gelmiştir. Bu, Türkiye için olumlu gelişmedir, sürdürülmesi gereken bir plan ve strateji olarak düşünülmeli ve uzun vade de asla değiştirilmemelidir.
Bu gelişmeler üzerine IKB doğal gazı konusu da Irak’taki İran-Türkiye denklemini daha da karmaşık bir noktaya getirmektedir. Ayrıca Türkiye Ekim 2021 seçimlerinden önce ve sonra ülkedeki Sünni siyasi liderlerle de temaslarda bulunmuştu. Irak Sünni kampının iki lideri Hamis Hancer ile Muhammed Halbusi seçimlerden önce ve sonra Türkiye’yi ziyaret ederek Cumhurbaşkanı ile de görüşmüştü. İran ise Mukteda Sadr-Kürdistan Demokrat Partisi ile Sünnilerin hükümet kurma girişimlerine engel olan İran yanlısı Koordinasyon çerçevesi koalisyonunu destekliyor. Dahası Türkiye’nin suçlandığı ve 9 Şii Arabın hayatını kaybettiği, 20’den fazla insanın da yaralandığı Zaho saldırısı da Tahran’a Irak’taki Türk varlığına yönelik olumsuz duygularla oynama fırsatı vermiştir. Türkiye saldırıdan sorumlu olduğunu reddederek aksine ölümler için PKK’yı sorumlu tutmuştur. Bununla beraber Türkiye’nin IKB topraklarındaki askeri operasyonlarının en azından Iraklı bazı çevrelerdeki olumsuz Türkiye algısını beslediği söylenebilir. Çünkü Türkiye’nin süregelen askeri operasyonları ve varlığı artık geçici görülmüyor. 1990’larda Türkiye ilkbahar ve yaz aylarında IKB’ye girer, askeri üsler kurup “PKK varlığına karşı operasyonlar düzenler ve kış şartları nedeniyle bölgeden çekilir.” Bu çekilmelerin bir sonucu olarak PKK bölgeye dönme fırsatı bulur. Bu görüşe sığınan çevreler aynı zamanda Türkiye bu bölgeleri bu tür operasyonlarla kontrol altında tutar görüşü hâkimdi. Ancak 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra Türkiye’nin güvenlik paradigması değişti. Karşı tutum içerisinde bulunan bir kısım ülkelere rağmen Türkiye 2016’dan itibaren güvenlik tehditlerini kaynağında (Türkiye sınırlarının dışında) kurutma anlayışını benimsemiştir. Bu doğrultuda Türkiye’nin Irak topraklarındaki askeri üsleri sürekli arttırmak zorunda olduğunun bilincinde ve Türkiye operasyon yaptığı bölgelerden Türkiye’ye tehditler son bulmadan ve yakın zamanda çekilmesi asla düşünülmemelidir. Yine de kamuoyunun itirazları ve Iraklı siyasi liderlerden benzeri görülmemiş tepkiler nedeniyle Türkiye’nin Irak’taki askeri operasyonlarının yoğunluğu azalabilir. Ancak kısa vadede Irak topraklarından tamamen çekilmesi beklenmemelidir. Özellikle de PKK tehdidinin sürdüğü ve Irak’ın farklı Şii siyasi gruplar arasındaki hükümet kurma mücadelesi yüzünden kargaşanın devam ettiği bir dönemde.
Suriye’ye gelince, Türkiye uzun bir süredir Fırat Nehri’nin Batısına yeni bir askeri operasyon başlatma ihtimalini gündemde tutmaktadır. Ancak, İran bu muhtemel operasyona özellikle de Tel Rıfat’a yönelik bir operasyonun Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’nu İran için önemli olan Şii Nubl ve Zehra kasabalarına yaklaştıracağı için şiddetle karşı çıktığı bilinmektedir. Birçok İranlı siyasi aktör, İran’ın yeni bir Türk askeri operasyonunu reddettiğini dile getirmektedir. Bunun son örneği Ayetullah Ali Hamaney’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tahran ziyareti sırasında yaptığı konuşmada görülmüştür. Hamaney yeni bir operasyonun sadece teröristlere yarayacağını söyleyerek IŞİD ile Türkiye destekli grupları ima ettiği de bilinmektedir. Ayrıca Türkiye ile İran’ın terörist/terörizm terimlerini kullanırken farklı grupları kastettiğini de vurgulamak gerekir. Ayrıca İran terörizmi tartışırken kasıtlı olarak belirli bir gruba/gruplara atıfta bulunmadığı belirtilmektedir. Ülkenin özellikle Suriye söz konusu olduğunda oldukça muğlak bir terör tanımı var. Türkiye ise terörizm derken her zaman YPG/PKK adlarını zikrediyor. Üstelik Türkiye sürekli Rusya ile İran’ı terörle mücadele için “kelimelerin tek başına yetersiz olduğunu” ve eyleme geçilmesi gerektiğini belirterek eleştiriyor. Bunları hatırda tutarak, Türkiye Suriye’ye yeni bir askeri saldırı başlatırsa İran muhtemelen Suriye’deki vekilleri üzerinden Türkiye’ye karşılık vereceği bilinmektedir.
Nitekim Türkiye bunu Suriye topraklarında zaten denemiştir. Türkiye, İran destekli milisler Zeytin Dalı Operasyonu’nu engellemek amacıyla 2018’de Afrin’e girmeye çalışırken onları hedef almıştı. 2020’de Esed rejimine karşı düzenlenen Bahar Kalkanı Harekâtı sırasında İdlib’de bazı Hizbullah üyeleri de Türkiye tarafından hedef alınmıştı. Böyle bir senaryo Türkiye uzun süredir konuşulan askeri saldırıyı başlatmaya karar verirse rahatlıkla tekrarlanabilir. Jeopolitik rekabetleri ve farklı siyasal önceliklerine rağmen iki ülke ilişkilerinin geleceğinde muhtemelen dengeli bir şekilde hareket edecek. Muhtemelen farklı dosyaların ayrı ayrı ele alınmasını sürdürmek için de uğraşacaklardır. Yine de iki taraf, bir zamanlar kendilerini bir araya getiren faktörlerin ortadan kalkması, anlaşmazlık alanlarının büyüyüp coğrafi olarak genişlemesi ve aralarındaki ticaret hacminin azalması nedeniyle ilişkilerinde belirgin hâle gelmiş olan farklı dosyaların ayrı ayrı ele alınması özelliğinin de sınırlarına ulaşıyor. Bu açıdan Suriye ve Irak’ın gelecek dönemde giderek Türkiye ile İran arasındaki aleni bir jeopolitik rekabetin iki sahnesi hâline geleceği ihtimaller dâhilinde görülmektedir. Bu durum tezahür ederse iki ülkenin ticaret hacimleri daha da daralacak ve İran-Türkiye sınırında mülteci akını ve nüfus yığılmaları da artacaktır.
Diğer taraftan orta Doğu ekseninde 6 Ekim 2023 tarihinde Hamas saldırıları ile başlayan İsrail’in Filistin Gazze saldırıları uluslararası hukuku ve savaş hukukunu gözetmeden sivillere yapılan ve soykırım düzeyine varan saldırılarla işgalin arttığı görülmektedir. İran’ın Hamas’a desteği ve İsrail’e karşı direnişleri ile İsrail’in Gazze’ye saldırılarına Türkiye ile birlikte karşı çıkan İran arasında İsrail politikalarında benzerliği ve uluslararası arenada da Birleşmiş Milletleri ve bazı ülkeleri göreve çağırmaları ile ateş kesin sağlanması hususlarında ısrarcı davranmaları aynı noktada olduklarını göstermektedir. İran’ın Türkiye ile Filistin-İsrail politikalarında yaklaşımlarını sağlamış ve Ermenistan, Azerbaycan gibi diğer bazı dış politikaları yeniden gözden geçirme durumunu ortaya koymuştur. Bu süreç iki ülke arasındaki politik anlaşmazlıkları çözme noktasında olmalarını sağlayabilir. Bu durumun ancak İran’da din, mezhep ve etnik kökene dayalı iktidarlar yerine daha demokratik, özgürlükçü insan haklarına saygılı bir yönetimin gelmesi ile barışın sağlanabileceği veya sona erebileceğini göstermektedir. Ancak İsrail’in İran topraklarını da kapsayan Kenan adı da verilen “vadedilmiş kutsal topraklar” olarak bilinen bölgeye saldırılarına Türkiye olmadan karşı konulamayacağı da bilinen bir gerçektir.
Bazı gelişmiş ülke yönetimlerinin İsrail’e desteğine rağmen halklarının protestoları devam ederken; İsrail’in uyguladığı soykırım ve vahşetin en kısa sürede sona ermesi ve ateş kesin sağlanması insani ve İslami bir beklentimizdir.
Sağlıkla kalın…