Değişim hayal etmekle başlar. Değişimin temeli önce hayal edebilmektir. Tek düze hayattan kurtulmak isteyen insanoğlu, hayatını değiştirebilmek ve değişimi sürdürebilmek ve bunu bir yaşam felsefesi haline getirebilmek açısından, hayalleri ve bu hayallerin peşinde gitmesi bu hedefte mücadele etmesi elbette çok önemlidir.
Değişimci bir insan; önce hayal etmek ve sonrasında bu hayallerini uygulanabilir planlar çerçevesinde gerçekleştirebilme çabası içerisinde olmalıdır. Bu insan olmanın özelliklerinden olsa gerek. Eğer insanoğlu kuşun uçmasını görüp, uçma hayali kurmasaydı bu gün uçaklar olmazdı. Eğer insan insandan hızlı giden atı hayal etmeseydi bu gün yorulmayan motorları, araçları bulamazdı. Eğer insan denizde yüzen balıkları görüp yüzmeyi hayal etmeseydi gemileri yapamazdı vs. Hayalin sınırları var mı bilinmez. Ama şu an için sınırları yoktur. Bütün bunlara bakıldığında insanlara hayal ürününün nasıl gerçeğe dönüştüğünü göstermektedir. Bu hayaller ülkelere, kıtalara, yaratılışa ve yetişme tarzına, aldığı eğitime göre değişir mi?
Evet değişiyor. Nasıl mı? Vecihi Hürkuş uçmak için Türkiye’den o dönemde izin alamamış ama Romanya da uçuş iznini alarak ilk uçağını Romanya da uçurmayı başarmıştır. Bu günlerde ise İHA’ları, SİHA’ları yerli askeri helikopterler ve silahları var. Hayallerini gerçekleştirmek için Türkiye’den başka ülkelere gitmek zorunda kalan bilim ve tıp insanları vardı.
Prof.Dr. Gazi Yaşargil, Prof.Dr. Münci Kalayoğlu, Prof.Dr. Ömer Özkan, altın neşter Tayfun Aybek ve niceleri gibi.
Türkiye devleti halkı ile ortak mutabakatla bir vizyon ve net bir şekilde misyonunu oluşturmalı, Milli politikalarını ve halka hizmetlerinin temel krıterlerini Atatürk ilkeleri dahilinde ana hatlarıyla belirlemelidir. Bu politikalar ülke politikaları olmalı ve bu politikalardan asla vazgeçilmemelidir. İktidarlar değişse bile. İşte size istikrar. Türkiye yapboz politikalarından vazgeçmeli, Ata’sının hedef olarak gösterdiği muasır medeniyetlere ulaşmış ‘Büyük Türkiye’ olma hayalini, hedefini sürdürmelidir. Bu ülküden farklı bir politik çizgi izlenmemelidir. Yurtta Sulh, Cihanda Sulh kavramı demokrasi uğruna terör unsurları ile yakın durmak olarak değerlendirilmemelidir.
Dünyaya örnek olan ve birçok unsur ve milletten oluşan kızıl derili ülkesi Meksika ile birlikte 53 eyaletten oluşan ABD’nin durumu. Yurt dışı politikalarda Amerika’nın çıkarlarına ve politikalarına bağlılığı kadar, Türkiye’nin çıkarları ve temel ülke politikaları uygulanamıyor veya sürdürülemiyor. İktidarların değişmesi bir tarafa, bakanların değişmesi bile ülke politikalarını değiştirebiliyor. İşte bu uygulamalar Türkiye’nin politikalarını da özellikle dışarıya karşı temelden etkilemektedir veya etkiliyor görünmektedir.
Hayallerimiz ve Avrupalının hayalleri;
Avrupalı 50-60 m2 dairede yaşar, bütün dünyayı gezer, vizyonunu genişletme çabasındadır. Bizim evlerimiz maşallah yayla gibi ama değil dünyayı görmek, kendi ülkemizi bile gezmeyen görmeyenlerimiz var. En büyük hayalimiz mobilyalarımızı yenilemek, arabamızda, cep telefonumuzda bir üst modele geçmek.
Son çeyrekten önce, sizin hiç her şeyini satıp savıp dünyayı gezmeye çıkan bir yakınınız oldu mu? veya oluyor muydu? belki de olmadı. O yıllarda yılbaşı çekilişleri öncesi, büyük ikramiye ile ilgili sokak röportajlarını izleyenler hatırlarlar, insanlarımızın hayalleri konusunda ki düşüncelerini. Daha büyük bir ev, son model araba, onu alırım, bunu alırım vs. Bir tek kişi de çıkıp, parayı kapıp dünyayı gezerim demezdi, çıkanda çok nadirdi. Türk toplumuna haksızlık etmeyelim ama daha hayal kurmayı bile bilmiyoruz. Neden hayallerimiz gibi hedeflerimiz de kısa menzilli oluyor? Biri yapıyor, diğeri bozuyor veya bozmak için çaba sarf ediyor. Yapılanı, iyileri devam ettirmek, yan yana gelmek varken bozmak neden?
Gelelim o psikolojik baskı dönemindeki hayallerimize; kendi yarattığımız konforlu hapishanelerde yaşamak, son model arabaya binmek, yeni mobilyalar almak bizim hayalimiz bu idi. Çünkü hayatları boyunca ev araba taksiti ödeyen, hiç çılgınlık yapamamış, hayal kurmaya kalksak, "başımıza icat çıkarma" diyen ebeveynlerle büyümüşlerdi onlar. Tutucu, sıkıcı güvenlik adı altında hayatın özgürlüklerini kısıtlayan ülke yöneticileri ve yasa koyucuları. Kimileri vatanı için savaşı göze alıp, hayatını ortaya koyanlar, kimileri savaşmamak için bedel ödeyenlerdi. Ama z kuşağı bu hayallerini değiştirdi, ufuklarımızı genişletti. Ancak vatan ve vatan için savaşma konusu aynı duyarlılıkta mı? Umarım bu duyarlılık değişmemiştir ve değişmez.
Yazar Dr. Joseph Murphy hayal konusunda;
“Hayal gücü en güçlü duyudur. Güzel ve iyi olduğunu bildiğiniz şeyleri hayal edin. Ne olduğunuzu hayal ederseniz o olursunuz” cümlesi ile hayal gücünün bireysel ve toplumsal alanda ki etkisini ifade etmektedir. Bu sayede bireysel veya toplumsal hedeflere bir inançla varılabileceği belirtilmektedir. Hayallerini bile kaybedebileceğinin farkında olmayan, kendi büyüklüğünü kabulde bile zafiyet gösteren, tarihi zaferleri bireysel ve toplumsal inancından/bilinçaltından yoksun hale getirilmek istenen bir millet, bir devlet görüntüsü içerisinde olunmamalı.
Selçuklu Sultanı Alp Arslan ve ordusu bu inancından yoksun olsaydı 50 bin kişilik ordusuyla, 200 bin kişilik Romen Diyojen komutasındaki Bizans ordusunu Malazgirt’te yenebilir miydi? Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet Han inanmamış olsaydı Bizans imparatorluğu ve Haçlılara rağmen İstanbul’u fethedebilir miydi? Bütün bunlar hayallerinin sonucu zafere inananların başarısı değil midir? Hani biz Türk milleti için canımızı bile ortaya koyduğumuz vatan ortak değerdi.
“Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” ifadesinin bazılar için yürekten söylenmediğinin birçokları artık farkındadır. Ortak değerler ve eşit paylaşım ifadesinin vergisini bile ödemeyenler gibi, bu sözlerin bazı insanlar tarafından bir geçiştirme olduğu da artık birçok insan tarafından biliniyor. Gençliğinde idealizm peşinde koşup, orta yaşa gelince idealizminin yakınına bile uğramayanlar da bu ülkede hayatlarına vergisiz/zekâtsız devam ediyor ve toplumun bu psikolojiden kurtulması gerekiyor. Türk toplumunun bu psikolojiden sıyrılarak, üst düzey de bir devlet ve millet olma isteği ve hedefi vardır. Her fırsatta da dile getirmektedir. Ancak yeterince sahip çıkılıyor mu, işte burası net değildir. Siyasi liderler bu toplumsal hedefe sahip çıkmalı, toplumu yönlendirmeli ve siyasi liderlikten ziyade, ayrımcılık yapmadan ülke lideri, hedeflere ulaşmada öncü lider, cesaret veren toplum ve ülke çıkarlarını diğer çıkarlarının önünde görebilen lider olmalıdır. Bu ülke yakın geçmişle harmanlanan ideallerini bile bir asır yaşayamayıp, yaşatamayan, çözülen bir toplum görüntüsü içinde olmamalıdır.
Tarımdan uzak kalıp, sanayi toplumu olma isteği ile yakın geçmişte sınırlı üretimi ile yağ, tekel vb. kuyruklarına mahkum kalan ve şimdilerde refah düzeyini yükselmiş görüp, ithal mallarla hangisini satın alacağını şaşıran, pazar ekonomisi ile tüketim toplumu bir ülke görüntüsünden uzaklaşmalıdır. Evet, bunlar farklı pencereler; nereden bakıldığına bağlı ama Türk halkı farklı pencerelerden bakınca farklı görüntüler gören/görülen bir toplum ve bir ülke olmak istemiyor. Elbette ki farklılıklar zenginliktir ancak Türkiye nereden bakılırsa bakılsın aynı şeyleri gören/görülen şeffaf ve homojen bir toplum olma yolunda ilerlemek istiyor.
Güneydoğusunda, Kuzey Irakta ve Suriye’de oluşan sınır güvenliği için terör unsurları ve bu bölgedeki unsurlara, gruplara destek veren ülkeler ile mücadelesini içte ve dışta engellenmeye çalışanlar olsa da, buna rağmen güvenli bölgeler oluşturma konusunda yoluna devam etmelidir. Kuzey bölgesinde Rusya-Ukrayna savaşında da doğru bir duruş göstererek en çok Türkiye’yi etkileyebilecek bu savaş sonuçlarından çıkarlarını korumalıdır.
Türkiye yenilikçi genç nüfusu ve müteşebbisleriyle, İHA’larıyla, SiHA’larıyla, ticari uyduları, nükleer enerji ve yerli yapım askeri silahları, savunma sanayi araçları ile çağı yakalamış görünmekte ve bu yüzden engellenmeye çalışılmaktadır. Bu hedeften geri durmak ve geri adım atmak gibi bir düşüncesi olamaz, olmamalıdır. Bu bölgede ne yaptığını bilen, sözü dinlenen ülke konumunda olmak durumundadır.
Türkiye siyasileriyle, bürokrasileriyle birlik ve beraberlik içerisinde olmak zorundadır. Türkiye’de bu dayanışma ve bu dinamik yapı bir an önce oluşturulmalı ve sürdürülebilmeli, iç politika için dış mihraklarla Türkiye karşıtı ülke ve yapılarla aynı kulvarda olunmamalıdır. Türkiye’nin kuzeyinde ve güneyindeki bu savaşlardan sonra ülkenin lehine görünen bu tarihi fırsat kaçırılmamalıdır. Bu fırsatın kaçırılmasına göz yumanlardan tarih mutlak hesap soracaktır.
NATO ve AB gibi yurt dışı oluşumların Türkiye’nin uluslararası talep ve beklentilerini çarpıtarak dünyaya olumsuz bir imajla olumsuz bir ülke görüntüsüne sokmaya çalışılmasına asla izin verilmemelidir. Son zamanlarda Rusya-Ukrayna savaşından korkan İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılma talepleri üye ülkelerin onayından geçeceği için ve bu ülkelerden özellikle İsviçre’nin terör gruplarına olan mesafesini belirleyememesi, özellikle PKK’ya yakın geçmişte destek verdiği bilinmektedir.
Türkiye’nin, NATO’ya girmek isteyen İsveç ve Finlandiya’dan teröre desteklerini çekmelerini istemesinden sonra Almanya, Fransa ve Yunanistan başta olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinde PKK gösterilerinin artması dikkat çekmiştir. Ankara, bu ülkelerin büyükelçilerini Dışişleri’ne çağırıp birbiri ardına nota vermesi uluslararası ilişkilerde olması gereken bir tutumdur, bunda da geri durulmamalıdır.
İçeride 5 milyona varan mülteci nüfusu, Avrupa’da, yurtdışında 5 milyonu aşkın Türk nüfusuyla, Karadeniz’den komşusu, gücünü ispata çalışan Rusya ve Ukrayna politikaları ile Akdeniz, Karadeniz ve Ege denizi ile çevrili Anadolu ve Avrupa’daki coğrafyasıyla Türkiye NATO içinde de önemli bir güçtür. Artık bunun farkına varılmalıdır.
Kendine has özellikleri, coğrafyasına mahsus kriterleri vardır ve bunlar içinde Türkiye’nin olmazsa olmazları mevcuttur. Bu politikaları sürdürmek zorundadır. Bu noktalardan bakıldığında bu güç Türkiye’de mevcuttur ve bu gücünü devam ettirilmelidir.
Nice mutlu ve sağlıklı günler dilerim.