Başlığı böyle koyduk insanlar ötekileştirilmesin diye. Söze böyle başlar sonra dost olur insan. Memleketi ayrıda olsa o kendi insanıdır onun. Onu içten gelen bir sevgiyle sever, insani bir duyguyla saygı duyar. Değerli sanatçımız Merhum Barış Manço’nun şarkılarında dile getirdiği gibi.
Toplumları birleştiren ve bir hedef etrafında toplayabilen farklı inanç ve ırkları bir araya getiren veya bir topluluğu belli bir amaç uğruna birleştirebilen kültürel hareketlerin tümüdür “Sanat,” bunu yapabilen de “sanatçı”, sanatın dili, dini evrenseldir. Tabir yerinde ise literatür böyle tanımlıyor. Sanat kültürün bir ögesidir ve toplumların nereden gelip nereye gittiklerinin belirtisidir. Sanatçı; sanatla ilgili düşüncelerini serbestçe söyleyebilmelidir. Sanat için, yaptıkları ile düşünceleri ile toplumun geçmişine geleceğine ışık tutmalıdır.
Bu anlayışla bir sanatçı ile yapılan söyleşide sanatçı şöyle diyor;
Bir Rum arkadaşıma sevimli bir kız soruyor:
“Biz İstanbul’a 1984’te geldik. Siz ne zaman geldiniz?”
Arkadaşım sakince cevaplıyor, “3.000 yıl önce.”
Bu hayatın bizim gibi farkına varmadılar, bunun hazzını çıkaramadılar. Bir Rum evinden gelen bir tepsi musakkaya karşılık annenin gönderdiği bir Anadolu mantısı. Ya da bir Ermeni evinden gelen midye dolma ve buna karşılık bir koca tabak baklava. ‘Zeytinyağlıyı, balığı Rumların elinden, dolmaları topiği Ermenilerin elinden, hamuru Türklerin, eti Kürtlerin elinden yiyeceksin’ diyor sanatçı.
Bir zamanlar;
Elden ele, komşudan komşuya, cenazede, mutlulukta, bayramda bunlar paylaşılırdı ve bunun farkına varırdı insanlar, topluluklar. Tabii yemekler, tatlılar. Bu renkler gitti, tatlar gitti, komşulara dağıtılan irmik helvaları, paskalya çörekleri, yumurtalar… Mesela bir yakınınız, dedeniz hacıydı diyelim ama Paskalya zamanı yumurta tokuştururdu başka dinden, milletten olanlarla, yılbaşında başına kukuleta takardı, yılbaşı kutlanırdı, ama Kandil’de de radyo başına geçilip Kandil dinlenirdi. Mevlitlere gidilirdi, kilisedeki düğünlere giderdi bu hacı, hocalar, anneanneler, babaanneler. Yakın biri öldüğü zaman bizde mevlit olurdu. Rumlar, Ermeniler, Yahudiler başörtüsü takıp Müslümanların evine gelir, duaya katılırdı. Şimdilerde günümüzde bu söylenen şeyler yapılamıyorsa hayat kaybı değil midir?
Onlar bizim dostumuz, arkadaşımızdı. Bizim için zenginlikti ama tüm bunlar geçmişte kalmış olsa da bu millet için halen öyledir. İster Arap olsun, ister Kürt olsun, ister Türk olsun, Rum, Ermeni bu medeniyetler, burada yaşayan kültürler, bunların hepsi yetiştikleri yerin iklimine göre davranmıştır. Yetiştikleri bölgenin kültürünü, hoş görüsünü almışlardır. Yaşamlarında bu kültür ve hoş görüyü yadsımamışlardır. Kısacası onlar inançlarında farklılık olsa dahi Türk - İslam kültürünü sentezlemişler ve içselleştirmişlerdir. Ta ki emperyalist emellerine ulaşmak isteyen ekonomik ve kültürel baskıcı güçler ve ayrıştırıcılar ortaya çıkana kadar.
Adam bir yere köy kuruyor, rüzgârı nerden alacağını, varsa akarsuyun yönünü, sabah güneşinin nereye geleceğini, köyün evlerinin yüzünün nereye bakacağını hesaplıyor. Sahip olmak bu demektir, yoksa dünyada toprak herkesindir. Sınırlar çizilse de toprak, doğa insanlığın ve insanın ortak mülküdür. Dünyayı doğayı korumak insanlığın ortak sorumluluğudur.
Biz Türkler sınırsız bir dünyaya inanırız. Bizim yerleştiğimiz, köklerimizin yerleştiği bir yer varsa bu köklerde o topraklara, o denizlere göre, o dağlara, akarsulara göre hareket ediyor. Oradaki hatta coğrafyadaki insan ve toplum yapısına göre tavır ve duruş ortaya konuyor ve toplumsal kültür yansıtılıyor. Zorlayıcı olmak yerine benimseyici, kabullenici birlikte olan yaşayan bir kültür ilişkisi. Emperyalizm buna yayılmacılık dese de kendilerinin de yapmak istedikleri bu değil midir?
Amerika, AB, İngiltere ile fitne / ayrımcılık ve ötekileştirme girdi bu topraklara. Siz bu kökleri, o tohumları yok eder, yerinden yurdundan ederseniz ve onun yerine benimkiler, onlar, şunlar geçsin derseniz dünya harikası bir caminin dibine gökdelen koyarsınız. Ülkelerin yanına başka adlarla yeni devletler kurmak isterseniz, birlikte yaşayan milleti böler ötekileştirmek isterseniz, adını da kültür mozaiği koyarsınız ama inanmazlar, İnandıramazsınız. Bir kısım insanları inandırsanız bile Türk milletini inandıramazsınız. Bu emperyalist mantıkla Anadolu’da, Mezopotamya’da kısacası bu coğrafyada savaşlar bitmez.
Örnek mi? Şirince’de; dünyanın en güzel zeytinlerinin olduğu yere mübadeleyle gelen insanlar tütüncü. Zeytin ağacı onlar için hiçbir şey ifade etmiyor. Ama bir Anadolu Rum’u için zeytin ağacı onun ayrılmaz parçası. Oraya yerleştirdiğin adamsa bundan hiçbir şey algılamıyor. Buna bir anlam yükleyemiyor, kültüründe yok yerleşmemiş. Selanik’te ise Mısır’a, İngiltere’ye, Avusturya’ya, Almanya’ya ihraç edilen kaliteli tütün yetiştiriliyordu. Mübadelede gelen insanlar ise zeytinciydi, tütün de onlar için çok şey ifade etmiyordu çünkü bu kültüre pekte alışık değillerdi. Mutlu olmuşlar mı ki yapılan mübadelelerden ne Müslümanı ne Hristiyanı vb.
Savaş varsa mübadele hep vardır. Ama İnsanoğlu mübadeleyi de beceremedi, mutsuzluk getirdi. Anadolu kurudu. Koskoca üzüm bağları, incirler, yemişler, meyveler, her şey kurudu, beton oldu. Dünyanın her yerinde bütün işgaller, savaşlar, bütün yer değiştirmeler aynı zamanda hayatın tadına karşı da yapılmış değil midir? Kim kazanıyor, bizim kazanmadığımız belli emperyalizm. Sadece bu durumdan çıkarı olup kazananlar. Kargaşa süper güçlerin işlerine geliyor.
Türkiye süper güç adayı ama böyle yapmaz, yapamaz kültüründe yok. Burada önemli olan ise Rusya’da, Orta Asya’da bulunan Türk Cumhuriyetlerinin ve özellikle Türkiye’nin son yıllarda her şeye rağmen gelişmesi, teknolojik ilerleyişi, dışa bağımlılıktan kurtulması, önce birbirlerinden sonra da Türk devletlerini Türkiye’den uzak tutma politikalarının son yirmi yıla kadar başarılı olmasıdır. Yine son yıllarda yurt dışı Türkler ve akraba toplulukları ilişkileri ile TİKA ve izlenen Türk birliği politikalarının, emperyal güçleri rahatsız ettiği ve Türkiye’yi bu çizgiden uzaklaştıracak politik yapıları destekledikleri bilinmektedir. Bu politikalar tüm yurt içi ve yurt dışı çevrelerce bilindiği halde yurt içinde dahi bu uzaklaştırma politikalarına destek veren/verecek, iş birliği yapan/yapacak siyasi oluşumlar ve güçler bulabilmektedirler. Bu aşamada Türk milleti bu uzaklaştırma çabalarına fırsat vermemeli ve bu gelişim, değişim politikalarını kesintiye uğratacak siyasi tercihlerde bulunmamalıdır. Bu topluluktaki ülkelerin hepsi dindardır. Dindar olmasalar dahi İslam’a inanmakta ve hepsinin de bir inancı var. Emperyalist güçler eğer Allah’a inanıyor ve tapınıyorlarsa, bu Allah’a yapılmış en büyük ihanettir çünkü herkes başka bir dünyada daha rahat edeceği inancıyla ibadet ediyor, oysa dünya denilen yer Allah’ın insana sunduğu bir cennet. Bu cenneti insanın anlamsız ve gelip geçici bir hırs ve nefis uğruna talan etmesi. Bu yaşadığınız cennete ihanet ederseniz, öbür dünyanın hangi kurgusuyla uğraşacaksınız? Cenneti nasıl hangi duyguyla, ibadetle arayıp bulacaksınız, sahi bulabilecek miyiz? Yoksa yarım inançlarla bulabileceğimizi mi sanıyoruz.
Milyarlarca galaksilerde başka canlı var mı? Uzaylılar var mı? Bunu bile henüz bilemeyen insan, dünyasına sığamayıp, çevre gezegenlerden yaşam alanları oluşturup hırsı uğruna satışa mı çıkaracak. Bunun insan hayatını nasıl etkileyeceği, ölümsüzlüğe çare olmasının mümkün olamayacağını henüz anlayamamış gibi hırs yapıyor. Acaba anlayabilecek mi?
Tüm bunlara rağmen dünyayı talan eden insan yine de dünyayı yaşanır bir gezegen olmasına yönelik iyileştirmelerde bulunur mu? Şuan çokta mümkün görünmüyor. Dünyanın insanoğlu tarafından bozulan ekosisteminin yine insan tarafından düzeltileceği gerçeğini hatırlatmak yine insanın görevleri arasındadır. Dünyada ve galaksilerde olası jeolojik devirler ve olası ekolojik zamanlardan sonra da yer yüzündeki canlılar arasında insanın da bulunması Mevla’dan dileğimiz olsun.
Türkiye’nin gelecekte mazlumlardan, adaletten ve insan haklarından yana bir süper güç olması dileğiyle.
Sağlıkla kalın. Nice barış dolu geleceklere.