İsrail’in komplo teorileri

Emrullah BİLGİN - Değişim

Yakın geçmişte dünya dengelerinin değiştiğini, buna paralel olarak da Türkiye’nin özellikle orta doğuda, Avrupa’da, Asya’da ve diğer bölgelerde dış siyasetini farklı, değişken bir politik yapıda sürdürdüğünü belirtmiştik.
Özellikle güney sınırında PKK ve PYD, YPG oluşumlarını kullanarak bölmek, Kürt, Türk ayrışmalarını ön plana çıkarmak suretiyle Türkiye’yi zayıflatarak bölgeyi ve bölgedeki enerji kaynaklarını güdümünde bir devletle kontrol altına almak isteyen dünyanın süper güçleri olarak görülen ABD, buna destek veren AB ülkeleri ve Rusya. Gerçi Ukrayna gerginliğinden dolayı Rusya, bu desteğini geri çekmese bile etkinliğini azaltmış ve hatta Suriye’nin bazı bölgelerindeki Türkiye’nin askeri harekâtlarına sessiz kalmıştır. Rusya - Ukrayna savaşı sürdüğü müddetçe böyle devam edeceğe benzemektedir.

Türkiye’nin bu durumu iyi ve olumlu yönde değerlendirmesi gerekir. Etkin bir anlatımla riski fırsata çevirebilmelidir. Türkiye’nin son zamanlarda sınır ötesi harekatlarla fırsatı değerlendirdiği görülmektedir. Ancak yeterli midir? Elbette yeterli değildir.
Tabi ki burada Türkiye’nin Rusya’yla Suriye konusunda karşılıklı uygulanan uluslararası politikaları önemlidir. Türkiye’nin Suriye ve sonrası Ukrayna savaşı konusunda her iki taraf için izlediği dış siyasetten başta ABD, NATO’nun bir kısmı yani AB ülkeleri, İsrail ve özellikle Fransa güdümlü Yunanistan rahatsız olmaktadır.

Bu Ülkeler Rusya - Ukrayna savaşının sona ermesi ve barışın sağlanmasında Türkiye’nin etkisinin, rolünün azalmasından yana olduklarını her fırsatta belli etmektedirler. Ancak uluslararası kaynaklara göre bu etkinin stratejik öneminden dolayı gün geçtikçe artmaya devam edeceği görüşü hakimdir. Uluslararası platformda Türkiye’nin etkisini ve itibarını azaltabilmek, buradan kazanımlar elde etmesini engellemek için stratejik politikalar izlemektedirler. Bu konularda özellikle Yunanistan, İsrail ve Fransa basınında çeşitli spekülatif yazılar çıkmaktadır. Bu yazıların bazılarında; Orta doğu politikalarında, Türkiye’nin gerçek hedefi Yunanistan’da yaygara çıkartıp dikkati gereksiz şekilde üstüne çekmektir. Türkiye’nin gözünün orta doğuda olduğuna işaret edilerek dikkatleri farklı yöne çekme çabasında olduğu belirtiliyor, ama asıl bu çevrelerin gözü orta doğudadır. Türkiye’nin güney sınırlarının güvenliği için orta doğu elbette çok önemlidir. Türkiye güney sınırlarının güvenliğinin sağlanması ile birlikte milli silahlarını İslam Aleminin silahları yapmak, böylece İslam NATO'su kurmak, Pakistan ile nükleer silahlara kavuşmak, Suriye üzerinden hızlıca Kudüs'e girebilmek, YPG'yi bitirip Araplarla bağlantı kurmak, Doğu Akdeniz’de doğal kaynaklara sahip olarak, petrol ve gaz vs. çıkartarak ekonomik ve siyasi büyük güç olmak. Kıbrıs üzerinden Gazze’ye çıkmak, Amerika’yı Orta Doğu’dan kovmak ve Halife ilan edilmek istiyor ifadesi kullanılmıştır.

Bu mantık ve komplo teorileri bir takım troller tarafından ileri sürülse ve her ne kadar Türkiye’nin lehine gibi görülse de bazılarına katılmak mümkün değildir. Ancak Türkiye’nin güney sınırındaki güvenlik sorunu ve bunun yansıması orta doğu ile ilgili politikalar yeni bir politika değildir. ABD, Rusya ve Avrupa ile diğer ülkeler açısından bilinen bir durumdur.
Birinci dünya savaşı sonrası o bölgede karışıklık yaratarak Osmanlı topraklarından koparılan ve aslında Türk unsurlarından oluşan bu bölgeler de güvenlik açısından Türkiye’nin bu tür politikaları olmuştur, olacaktır ve böyle bir ülke politikası olmalıdır. Türkiye bu politikaları askeri yada savaşçı yöntemler yerine barışçı yöntemlerle sürdürmüştür ve silahlı müdahaleler olmadığı sürece de sürdürmeye devam etmiştir ve edebilir. Dünya kamuoyu tarafından da bu sınırlar ve politikalar bilinir, misak-ı millide bile açıkça ifade edilmiştir.
ABD’de ve İsrail de biliyor ki Suriye savaşı İsrail’in hayatta kalma savaşıdır. Amerika’nın Suriye’yi kaybetmesi demek bölgede etkisinin azalması ve süper güç olarak pasifize olması anlamına gelir.
Rusya, Ukrayna saldırısı ile gücünü kanıtlamaya çalışırken, ‘Orta Doğuda cihat savaşları başlar’ iddiasında bulunmaktadırlar. Türkiye orta doğu ülkelerini barışçı yöntemlerle bir araya getirmeyi başardığı takdirde dünya dengeleri kökten değişecektir. Bu stratejik politikalar Osmanlı döneminden bu yana devam etmiş ve birinci dünya savaşı sonrası Anadolu üzerine kurulan yeni Türkiye devleti bu stratejiyi devir almış görünümündedir.
İddialara göre; Türkler ve Ruslar mücahitlere silah desteği sağlayabilir, ardından Amerika Irak’ı ve Mısır’ı kaybeder, böylelikle bölge inisiyatifine bırakılmak suretiyle Türkiye’nin kontrolüne girebilir.
İsrail ve Fransa’nın himayesindeki Yunanistan; Türkiye ancak hava savaşlarında durdurabilirdi ama onda da geç kalındı. Milli hava savunma sistemini kurmak üzereler iddiasındadır.
Diğer bir tez de, ilk temasları YPG ile oluyor ve YPG’yi İsrail silahlandırdı ama bir varlık gösteremiyor fikrinde birleşiyorlar.

The Jerusalem Post gazetesi; “Bu terör grupları Türk SiHA’larıyla her gün 50 asker kaybediyor. Geriye bir tek Akdeniz sahillerindeki birleşik Avrupa donanması kalıyor. Onlar da tehlikeli eşiğe gelmek üzereler. Bu birleşik donanma yakında Türklere yenilebilecek kritik eşiğe gelmiş olacak. İstendiği gibi varlık gösteremeyecekler. Türkler o donanmaya karşı da hazırlanıyorlar. Kıbrıs’a deniz üssü ve anti gemi füzeleri yerleştirdiler. Akdeniz sahilleri ve Kıbrıs’ta S-400 bataryaları kurdular. Yakında birleşik donanmanın da karşısına eşit güçte donanmayla gelecekler” tezini öne sürmektedir.
Türkiye son dönemde askeri güç açısından bir hayli mesafe kat etmiştir. Bu durumu gözden kaçırmaları mümkün değildir ve bunları tek başına yapabiliyorsa, kurabildiği taktirde İslam NATO'su ile çok şeyler başarılabileceğinin farkındalar.
O halde zaman Türklerin lehine çalışıyor ve artık bu tezi savunanlarla düşman oldular. Türkleri yenerlerse İslam’ı da yenmiş olacaklar. Türkleri yenemezlerse İslam’ı kimse durduramaz ve İsrail Kudüs’te ayin yerine namaz kılmak zorunda kalabilir. Filistinlilere itaat etmek durumunda kalabilir. Şeriat ile bu bölgeye hükmedebilir. Tel Aviv ve Kudüs’te, her yerde ezan sesi duyarsınız. Tek bir Musevi bile bu topraklarda bırakmazlar. Kadınlarınız pazarlarda cariye olarak satılır. Çocuklarınız elinizden alınır, Mücahit olarak yetişirler tezlerini ileri sürmektedirler.

Bu büyük komplo teorileri ile İsrail’in amacı, ABD’yi ve Avrupa’yı sonra da Rusya’yı harekete geçirebilmek ve Türkiye’nin askeri ve politik alanda güçlenmesinin önünü kesmek ve yalnız bırakılmasını sağlamaktır. Başarabilecek mi? bilinmez, zaman gösterecektir. Ancak şu an şartlar ve politikaların Türkiye’den yana devam edeceği görüşü hakimdir. İleri sürülen tezin devamında dünyada Musevilik yok edilmiş olur. Şu da belirtilmelidir ki; Türklerin yükselişi bu yakın geçmişte değildir sadece, yakın gelecekte de devam edecektir görüşünü empoze etme çabası içerisine girmişlerdir.
Türkiye bu çabalara karşılık yakın geçmişte ve sonrasında da aynen böyle bir süreci öyle ya da böyle devam ettirmek durumundadır. Çünkü güney ve güney doğu sınırı sürekli tehdit altındadır, Kuzey Irakta PKK, Suriye’de YPG ve PYD gibi bu terörist gruplar NATO içi ve dışı birçok ülke tarafından destek görmektedir. Türkiye bu süreci siyasi dengeleri gözeterek ve terörist unsurları etkisiz duruma getirerek yönetebilir, ve mutlak devam ettirmelidir. Bölgeye şeriatla hakim olunması ihtimali zayıf olmakla birlikte barışçı politikalarla bu bölgedeki ülkeleri, halklarını yanına alabilir. Bu takdirde gücü artacak ve bölge devletlerinin ve halklarının sorun çözücü ülkesi haline gelecektir. Bu durumu gerçekleştirmek dini ve kültürel açıdan bakıldığında mümkündür.
Bu savlardan biri olan Museviliğin yok edilmesi; Osmanlı döneminde dahi çok uluslu bir yönetim tarzı uygulayan Türklerin cumhuriyet döneminde Musevileri yok etmesi gibi bir iddiaya katılmak mümkün değildir. Kaldı ki tarihten de bilindiği üzere Yahudi halkı Avrupa’da yurtlarından edildikleri ve zulümle karşı karşıya kaldıkları dönemde Anadolu’ya getiren de kabul edende Osmanlıdır, Türklerdir. Bu tür politikalar Türkiye’nin hem tarihinde ve yakın geçmişte, hem de bu güne uygun politikaları değildir.
The Jerusalem Post’a göre, ‘Bu milli görüşçülerin ve milliyetçilerin doktriniydi ve süreci bu dönem ABD’nin ve diğer ülkelerin dengesiz ve kontrolsüz politikaları başlatmıştır’ denilmektedir. Ancak bu sonucu ABD’nin Suriye’yi ve binlerce tır dolusu silahları taşeronu PYD, YPG’ye dolayısıyla PKK’ya bırakmak suretiyle, aceleye getirerek bölgenin kontrolünü PYD ve YPG’ye bırakarak çekilmesi bu süreci başlatmakla kalmamış, hatta hızlandırmıştır. Amerika bunu yaparken o bildik BOP (Büyük Orta Doğu Projesi) planları dahilinde yapmıştır ve bölgeden askerlerini çekerken kontrolü terörist unsurlara ihale ederek çekilmiştir.

Yine diğer bir görüş ise; ‘Bunların bugün ya da yarın olmasının hiç bir hükmü yoktur. Türklerin hedeflerinden hiç bir şeyi değiştirmeyeceğini İsrail’in artık görmesi gerekiyor. Milli görüş gider, Türkler biter diye basite alırsanız, hatayı burada yaparsınız. Türklerin geçmişine bakın, olaylar hiçte öyle olmuyor, doktrinleri sahipleniyorlar. Türkiye’deki muhalefete de güvenmeyin, zamanla o da kalmayacak. Anlatılmaya çalışıldığı gibi, zaman İsrail’in düşmanı olacağından, işler hiçte planlandığı gibi gitmiyor, sanki ABD ve İsrail’in planları üzerinde Allah’ın bir başka planı var’ şeklinde tezlerini belirtmektedirler.
Bu komplo teorilerinden anlaşılan o ki ABD, İsrail ve diğer ülkeler Türkiye’yi üzerine çekmek, sıkıştırıp, Suriye ve doğu Akdeniz politikalarından vazgeçirmektir. Türkiye’nin elbetteki bir orta doğu politikası vardır ve olmalıdır. Bunu milli politika haline getirmesinden daha doğal bir durum yoktur çünkü Irak’ta ve Suriye’deki bu durum Türkiye’nin güney sınır güvenliğinin tehlikede olduğunu açıkça göstermektedir. Bu politikalardan vazgeçilmesi mümkün olmamakla birlikte daha etkin bir strateji uygulaması zorunludur. Türkiye bundan vazgeçmemeli, tam tersine bunu milli bir politika olarak benimsemeli ve barışçı yöntemlerle politikalarını devam ettirmelidir. Eğer Türkiye bu bölgelerden vazgeçer veya vazgeçirilmek zorunda bırakılır ve sahiplenmezse, sahiplenenler elbette olacaktır.

Türkiye’ye rağmen veya Türkiye’yi dışarda bırakan yeni oluşumlar, yeni dengelerin gerçekleştirilebileceğini görmek zor değildir. Bölgenin dışında kalınması durumunda ise bölgenin uzun süre kaybedildiği anlamına gelir. Bu durum gelecekte o bölgenin haritasının ve demografik yapısının değiştirilebileceği anlamına da gelir ki, bu çok tehlikelidir.
Türkiye’nin NATO’da ve diğer dış ilişkilerinde dengeli ve bölgesel savunma alanlarına göre barışçıl politikalar üretmesi ve sürdürmesi durumunda, BM’in desteğini de alabilirse uluslararası hukuk sınırlarında NATO’dan ve diğer bazı ülkelerden haklılık derecesine göre siyasi imtiyazlar elde edebileceği gözden kaçırılmamalıdır.
Sağlık ve mutlulukla kalın.

İlk yorum yazan siz olun