Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin dışlanarak bir oldu bitti ile deniz alanlarında Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi lehine bir sınır çizilmesi hedefine ilişkin hukuksuz politikaların sürdürüldüğü bilinmektedir.
Yunanistan ve GKRY’nin Uluslararası ittifaklar yapma çalışmalarına karşı, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de bütün aktörleri bir araya getiren çok taraflı ve açık bir konferans ile sınırların çizilmesi çağrısı hâlâ tam olarak karşılık bulmamaktadır. Türkiye buna, arama gemileri ve donanmasıyla yaptığı deniz aramalar için ilan ettiği NAVTEX’ler ile Libya’nın meşru hükümeti ile imzalanan ve Münhasır Ekonomik Bölge sınırı belirleyen memorandumları ile cevap vermiş ve çok taraflı çözüm arayışı için aktörleri zorlamaya çalışmıştır.
Türkiye, kendisine bölgede biçilecek rollerde kendi hassasiyetlerinin de dikkate alınması için tüm aktörlere gerek diplomatik çabalarıyla gerek sahadaki aktiviteleriyle mesaj göndermektedir. Nitekim ABD’den gelen taraflar arasında eşit mesafede olduklarına dair açıklamalar ve F-16 satışına dair olumlu gelişmeler bu kaygıların duyulduğuna işaret etmektedir.
NATO’nun güneydoğu kanadının iki önemli ülkesi arasında yaşanacak bir sorunun istenmediği gibi, ABD Yunanistan’la birlikte Akdeniz'de tatbikatlar yapmış olsa da, Türkiye’nin gözden çıkarılması gibi bir durumu ABD çıkarları için tolere edilemeyecek bir kayıp olarak görmektedir.Muhtemel senaryolar ve olumlu ajanda üretebilme çabaları sürdürülmüştür.
Bu bağlamda, önümüzdeki dönemde sıcak bir çatışma beklentisi olmamalıdır. Beklenmiyor da zaten. Akılcı hesaplar dahilinde böyle bir çatışmanın ne NATO, ne ABD, ne Yunanistan, ne de Türkiye için bir getirisi olmadığı gibi büyük kayıplara sebep olacağı da açıktır.
Türkiye’nin artan güç kapasitesi de bu beklentiyi anlamlı kılmaktadır. Son günlerde denemeleri yapılan balistik füze Tayfun, Türkiye’nin takip ettiği caydırma politikasının bir parçasıdır. Ancak unutmamak gerekir ki Türkiye bu gücü müttefiklerine karşı asla kullanmayacaktır. Bu jeo politik gelişmeler sonucu gücü ve kapasitesini arttırmak zorunda kalmıştır. Bu uluslar arası ilişkilerde ki değişimler karşısında kendi kapasitesinin ve neler yapabileceğinin de farkına varmıştır.
Türkiye’nin Rusya karşısında elini güçlendiren unsurlardan birisinin de NATO ülkesi olması ve Batı ile kurduğu kuvvetli ekonomik bağların hayati önemde olduğu ve batıda ki Türk insanının nüfus yoğunluğu düşünüldüğünde, akılcı bir çerçevede Türkiye’nin gücü, sadece yok sayma politikalarını değiştirme etkisi yaratacaktır. Rusya’dan gelen gaz dağıtım merkezi kurma önerisi bile bu bağlamda değerlendirilmedir. Enerji hususu, ikili ilişkilerde önemli bir işbirliği alanı olarak durmaktadır.
Yunanistan ile Bulgaristan arasına yapılan ek boru hattıyla TAP boru hattından enerji nakli yapılması buna bir örnektir. TAP hattının Anadolu’dan geçen TANAP hattını beslediğini unutmamak gerekir. Doğu Akdeniz enerjisi için de bu önemli bir yol göstericidir. İsrail’den gelen hattın kara bağlantısı ile Avrupa’ya aktarılması da taraflar arasında bir başka iş birliği alanı olabilir.Son dönemlerde Doğu Akdeniz politikaları ile yeni bir ivme kazanan Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde giderek artan gerginliğin geçmişini hatırlamak gerekirse; 2000'li yılların başına, yani Doğu Akdeniz'de zengin doğalgaz kaynaklarının yer aldığına ilişkin bilimsel öngörülerin ortaya çıkmaya başladığı döneme dayanıyor.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, 2002'den itibaren Doğu Akdeniz'de başta Mısır olmak üzere diğer kıyıdaş ülkeler Lübnan, Suriye ve İsrail ile Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşmaları yapmaya başladı.
Türkiye ise bu anlaşmaların Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye'nin haklarını çiğnediği gerekçesiyle konuyu BM'ye taşıdı ve kendi münhasır ekonomik bölge haritalarını BM nezdinde onaylattı.
Türkiye'nin BM nezdinde itirazlarına rağmen Kıbrıs, 2007'nin başında 13 adet arama sahası ilan etti ve büyük petrol şirketlerine ruhsat verme aşamasına geçti. Buna karşılık olarak Türkiye, Doğu Akdeniz'de kendi ekonomik bölgesinde Kuzey Kıbrıs'ta adanın kuzeyi ve doğusunda belirlediği bölgelerde TPAO'ya arama ruhsatları verdi.
Kıbrıs'ın 13 parselinden 1, 4, 5, 6 ve 7 no'lu parsellerin bir bölümü, Türkiye'nin TPAO'ya ruhsat verdiği bloklarla kesişmekteydi. 3 no'lu parsel ise Kuzey Kıbrıs'ın TPAO'ya verdiği ayrıcalıklı alan ile çakışıyordu. İşte anlaşmazlığın temelini oluşturan unsur budur. Sonraki gelişmeler Yunanistanın haksız ve hukuksuz olarak dahil olması ile farklı bir boyut kazanmıştır.
BBC önce Yunanistan, haritalama çalışması için kiraladığı Nautical Geo adlı araştırma gemisinin Girit'in doğusunda 16 Eylül-22 Eylül tarihleri arasında yapacağı bilimsel çalışmalar için, denizcilere duyuru anlamına gelen Navtex ilan etti. Ardından Türkiye’nin doğu Akdenizde ki sondaj arama çalışmaları hakkında Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan, İsrail ve Mısır kıta sahanlıklarında bulunan doğalgaz kaynaklarına ABD, Fransa, İtalya ve Katar'dan şirketlerin yatırım yapması, bu bölgedeki tüm çekişmeleri uluslararası düzeye taşıyan bir unsur haline gelmiştir.
Türkiye ile Yunanistan arasında Doğu Akdeniz'in Batı sınırlarında yaşanan ikili gerginlik de çok taraflı bir boyuta ulaştı. Yunanistan, Türkiye ve kıyıdaş ülkeler haricinde ABD, Fransa ve Almanya ile Avrupa Birliği (AB) ve NATO gibi uluslararası kuruluşlar da devrede olmalarını sağlamaya çalışmıştır.
Gerilimin kritik bir noktaya ulaştığı süreçte, tarafların izledikleri stratejiler ve amaçları şöyle değerlendirilebilir.
Doğu Akdenizde Libya, Mısır ve Güney Kıbrıs’ın kıyısı var, kıta sahanlığı var anlaşılabilir.
Ancak Doğu Akdeniz bölgesine kıyısı olmayanların ve kara, deniz kıt’a sahanlığı da bulunmadığı halde uluslar arası hukuku çarpıtarak görüş belirtenlerin yine uluslar arası hukuk açısından bir yetkisi ve hakkı bulunmayan ülkelerin bu konuya girmesi veya söz sahibi olmalarının anlaşılması mümkün değildir.
Türkiye'nin Fatih ve Yavuz sondaj gemilerini Kıbrıs açıklarına göndermesi ve geminin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ruhsat verdiği bölgelerde doğalgaz aramalarına başlaması, Rum kesiminin yanı sıra Yunanistan, Avrupa Birliği, Mısır, İsrail ve ABD'nin tepkisiyle karşılaşmıştı.
Güney Kıbrıs ve Yunanistan, sondaj faaliyetlerinin Kıbrıs'ın münhasır ekonomik bölgesinin ihlâli olduğunu açıklamıştı.
Avrupa Birliği de bu konuda Yunanistan ve Kıbrıs'ı destekliyor. Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk, geçmiş dönemde yaptığı açıklamada "Avrupa Birliği Kıbrıs'ın arkasındadır. Türkiye'yi AB üyesi ülkelerin egemenliğine saygılı olmaya çağırıyoruz, ifadesini kullanılmış isede Doğu Akdenize kıyısı olmayanlar da bu konuya taraf olmakla saygısızlık ve hatta haksızlık etmiyor mu?Ardından Avrupa Konseyi gelişmeleri yakından izlemeye devam edecektir" denilmişti. Devam eden süreçte Türk ve Yunan dışişleri bakanlarının karşılıklı ziyaretleri ve ardından Yunanistan Başbakanı Kyriakos Miçotakis'in 13 Mart 2022’de İstanbul’a gelerek Cumhurbaşkanı ile görüşmesi, bu yumuşamanın süreceği yorumlarına neden olmuştu. Ancak Miçotakis'in Mayıs ayında ABD’ye yaptığı ziyaret sırasında hitap ettiği Kongre’ye Türkiye’nin almak istediği 40 F-16 savaş uçağının satılmaması çağrısı yapması Ankara-Atina arasındaki yumuşama sürecini sona erdirmişti.
Yine Ağustos sonu ve Eylül-2022 başlarında Güney Kıbrısın Rusya’dan satın aldığı ve Türkiye’nin sert tepkisi sonucu Yunanistan’a devretmek zorunda kaldığı ve Yunanistan’ın Girit’e konuşlandırdığı S-300 hava savunma sistemlerini kullanarak Türkiye’ye ait F-16 savaş uçaklarını taciz etmişti. Türkiye ise bu süreçte sondaj çalışmalarına ara verilmeyeceğini belirtmiş ve aslında aradığını da bulmuştu. Tüm bunlar yaşanmasa yıllarca olduğu gibi Türkiye bölgedeki varlığını hissettiremeyecekti.
Geçtiğimiz birkaç günlük süreçte de Rusya’yla ve Türk Cumhuriyetleri ile yakın ilişki içerisinde olan ve ayrı bir birlik kuran Türkiye’nin Litvanya ve Vilnius’da yapılan Nato Başkanlar zirvesinde ikili ve çoklu görüşmelerde İsveç’in Nato’ya kabul edilme talepleri karşısında terörle mücadele (PYD/YPG-PKK, FETÖ vb.) konusu yanında, gelecekte ayrı bir uzlaşmazlık konusu olarak gündeme getirilebilmesi muhtemel, doğu Akdeniz'de bulunan yer altı kaynaklarının işletilmesi karşılığında kabul edilebilir görüşü ile yaklaşılabilir miydi?
Türkiye'nin son birkaç senedir Doğu Akdeniz'de uyguladığı politikanın temelinde, "bölgedeki enerji oyununda dışlanamayacağı", "Türkiyesiz projelerin işlemeyeceği" düşüncesi yer almaktadır. Bu durum diğer taraf ülkelerle birlikte yaşandı ve görüldü. Uyutulmuş veya beklemeye alınmış gibi görünen bu durum umarız gelecekte Türkiye’nin lehine sonuçlanır, sonuçlanmalıdır.
Sağlıkla kalın, daha güçlü ve zengin Türkiye’ye kavuşmak dileğiyle..