Amerika’nın Ortadoğu projesinin bir parçası olan Suriye, Afganistan, Irak ve diğer Ortadoğu ülkesi insanlarının planlı göç hareketinin Türkiye üzerinde oynanan oyunun bir parçası olduğu gibi mağdur edilen Suriye halkının bu manada muhaceretine mani olunması gerektiği, bazı strateji uzmanları ve yazarları tarafından ifade edilmişti.
Son dönemde Türk ve dünya kamuoyunun aynı fikirde olmasının artık Türkiye ve Suriye taraflarınca bir yararının olmayacağı anlaşılmıştır. Çünkü politika başta belirlenmeliydi, politik sınırlar çizilmeliydi, bu konuda ve bazı politikaların belirlenmesinde uygulanmasında geç kalınmıştır. Artık bazı talepler yerine getirilmiş, geri alınamaz ve çoğu konuda da geri dönülmez bir boyuta gelinmiştir. Mesele aslında göz ardı edilebilecek bir mesele de değildir. Türkiye’nin hem iç, hem de dış politikalarını ulusal ve uluslararası düzeyde etkilemektedir.
1980’li yıllarda ortaya atılan orta Doğu meselesine ait bir rapor içeriği işlerin bu düzeye geleceğini gösteriyordu. Ancak nedense devletin uluslararası politikasına yön verenler bu rapordan bihaber davranıyorlardı. Kuzey ırak ve Kuzey Suriye'de Kürt ve Kerkük Türk halkına yapılan zulümler de bu planın bir parçasıydı. Belli güçler tarafından kurulan PKK'da, Hizbullah da, yıllar önce Türkiye-Kuzey Irak sınırına konuşlandırılan “çekiç güç” de bu planın bir parçasıydı. O bölgede yaşayan halka devlet tarafından uygulandığı belirtilen ‘mobbing’ de bu planın parçası oluverdi.
Aslında Türkiye’yi kuşatan pek çok sorun var ama biz Ortadoğu projesinin bir parçası olan Suriye planıyla gerçekleştirilmek istenen Türkiye işgalinin arka planı konularından olan Suriye sınırında ki mayın tarlalarının toplatılması meselesini değerlendirelim istedik.
Türkiye’yi ve diğer dünya ülkelerini idare etmeye çalışanların gerçekleştirdiği Ottowa Sözleşmesi 1 Mart 1999 yapılmıştır. Türkiye'nin Eylül 2003'te imzaladığı Ottowa Sözleşmesi bu konunun başlangıcını oluşturmaktadır ve Mart 2004'te Türkiye için yürürlüğe girmiştir. Ottowa Sözleşmesi kapsamında, ilk dört yıl içinde depolanmış mayınlar imha edilecek ve ilk 10 yıl içinde de toprak altındaki mayınlar temizlenecektir, sözleşmenin kısaca metni budur. Türkiye bu konuda diğer uluslararası sözleşmelerde olduğu gibi iç uygulama yasaları çıkartmadı, ancak Anayasa Mahkemesi, ceza yasası ve Genelkurmay'ın direktiflerinin anlaşma hükümlerinin geçerlilik kazandırmaya yeterli olduğunu bildirmiştir. Sadece Türkiye değil, birçok ülke, Ottowa Sözleşmesi'nin altına imza atmıştır. Sözleşme, dünyada büyüyen mayın sorununa karşı; anti-personel mayınlarının kullanılması, stoklanması, üretilmesi ve transferinin yasaklanması ve imhasını içermektedir. Burada dikkati çeken nokta şu; taraf devletlerarasında ABD, İsrail, İran, Çin, Rusya yoktur.
Ottowa Sözleşmesi'ne Türkiye’de dahil 164 ülke taraf olurken, 32 ülke sözleşmeye imza atmamıştır, ancak Türkiye bu sözleşmenin içine neden sürüklenmiştir. Bu dünyayı yönetenlerin Türkiye ve dünya üzerinde Türkiye gibi ülkelere uygulanan bir küresel oyunu mudur? “Bu sözleşmeye taraf olan devletler” arasında; Afganistan, Avustralya, Avusturya, Belçika, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İzlanda, Irak, İrlanda, İtalya, Japonya, Norveç, Filistin, Polonya, Portekiz, Katar, Romanya, İspanya, İsveç, İsviçre, Ukrayna, Birleşik Krallık yer alıyor. Sözleşmeyi imzalamayan 32 ülke arasında ise ABD, Çin, Rusya, İran, İsrail, Suriye, Pakistan gibi ülkeler ön plana çıkıyor. Taraf devletlerarasında temizliğini ilk tamamlayan 1999 yılında Bulgaristan olurken, Fransa 2008, İngiltere ise 2020 yılında mayınlarını temizlediğini bildirmişlerdir. Döşenmemiş mayınlar imha mı edilmiş oldu? Bu ülkeler gerçekten mayınlı arazileri temizlediler mi? bu mayınlı arazi dedikleri yerlerde mayın var mıydı? Tabi ki ülkeler bir birlerini takip etmişler ve izlemişlerdir, ancak hiç bir ses ve işarette görülmedi. Bu konunun başka bir boyutudur. Açık kaynaklardaki verilere göre Türkiye’nin 1957 ve 1998 arası dönemde 936 bin 663 anti-personel kara mayını döşediği belirtiliyor. Türkiye, 2008 yılına kadar temizleme taahhüdünde bulunmuş, imha ancak 2011 yılında tamamlanmıştı. Bilindiği üzere en çok mayın Suriye sınırında bulunmaktaydı.
2020-2025 mayın keşif temizleme bütçesi: 104,8 milyon Euro, 5 yıllık mayın strateji planı kapsamında hazırlanan tabloya göre, 14 milyon Euro’su Milli Savunma Bakanlığı bütçesinden olmak üzere toplamda 104 milyon 800 bin Euro’luk bütçe hazırlandı. Mayınlar temizlenerek egemen güçler dışındaki tüm ülkeler için bir plan yürürlüğe girdi.
Kontrolsüz göç hareketleri, demografik bozulma, kolay planlanabilir iç karışıklıklar vb. Bu planın bir parçası mıydı? Türkiye’nin savunma bütçesinin savunma yatırımları yerine bu tür işlerle harcanması ve bu harcamanın İsrail şirketlerine yapılması veya ihale edilmesi. Zamanın CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Türkiye-Suriye sınırındaki mayınların, temizlenmesiyle ilgili, ''Türkiye'nin sahipsiz olmadığını dünyaya göstermesi gerekir. Bu konuda hükümetin yakasına yapışın, mayınlı arazilerin temizlenmesine dair kanunun Meclis'ten çıkmasına izin verilmesin'' demiştir. Prof. Dr. Necmettin Erbakan’da aynı fikirde olduğunu beyan etmiştir.
"Türkiye-Suriye sınırında 510 kilometre boyunca mayın döşenmiş olan bu alandan mayınların kaldırılması işi bir yabancı ülkenin şirketine verildi. Bu şirket, 44 yıllığına mayınları temizledikten sonra bu araziyi de kullanacaktır. Üstelik de bu iş için İsrail veya İsrailli bir firma seçildi. Dünyada bu işin bu şekilde yapıldığına dair bir tane örnek yoktur. Bu mayınları bu bölgeye biz koyduk yani TSK koydu, yine biz TSK veya kontrolünde bir yerli kuruluş yada firma temizleyebilirdi. 510 kilometrelik sınır, bir yabancı ülkeye emanet edilebilir mi? Bunun bir anlamı var mı? Üstelik bu sınır, Orta Doğu'ya açılan bir sınır. Karışık olan bir bölgenin sınırı. Bu işin ülkemize ve dünyaya akılla gerçekçilikle izah edilmesi mümkün değildir"
Ardından sınır güvenliğinin sağlanması için önemli görülerek Türkiye-Suriye sınırına çekilen güvenlik duvarı ve ona harcanan bütçeler. Bu konuda kitaplar tezler yazılsa yeridir. Çünkü çok detaylı bir proje içinde neler neler barındırmıyor ki. Mülteci meselesi sadece mazlum Suriyeli halkı meselesi olmaktan çıkmıştır. Türkiye’de ev kiraları, enflasyon, vasıfsız imarsız tarla fiyatına yabancıya toprak satmak basit bir meselede değildir. Bu göçlerle ve toprakların el değiştirmesi ile Türkiye’nin demoğrafik yapısı gün geçtikçe bozulmaktadır. Sanki amaç bu ve kurgulanan plan gerçekleştirilmek isteniyor.
Türklerin Avrupa’ya işçi olarak gitmesiyle bulundukları ülkelere yerleşmesine engel olmak için ırkçılık politikalarına sığınan ve demokratik olmayan yasalar çıkaran, kendilerine medeni adı koyan Avrupa adeta dün savunduklarına karşı gelircesine bu gün kendisi aynı şeyleri yapmaktan geri kalmamaktadır. Peki, bu göçlerle Türkiye’den küçük ABD mi? yoksa uydu ABD mi? yaratılmak isteniyor. Yoksa işgal planı bu şekilde mi? yürütülecek. Bu bir kara mizah değildir, dünya çok hızlı bir değişim içerisindedir, Avrupa varlığını ve genişlemesini bu şekilde sürdürme peşindedir.
İşte size Türkiye’nin göç bilançosu;
2022 yılında başka ülkelerden Türkiye'ye 494.052 kişi göç etmiştir. (düzensiz göçler hariç) Bunun 94.409'u yurtdışında yaşayan Türk vatandaşları iken 399.643'ü yabancı uyrukludur.
Yabancı Uyrukluların göçmen Dağılımı:
1-Rusya: 99.786 kişi
2-Ukrayna: 32.465 kişi
3-İran: 25.802 kişi
4-Afganistan: 21.469 kişi
5-Irak: 19.245 kişi
6-Azerbaycan: 18.232 kişi
7-Kazakistan: 15.713 kişi
8-Özbekistan: 15.118 kişi
9-Suriye: 12.571 kişi
10-Almanya: 11.477 kişi
Ama devleti yönetenlerin mutlaka bizden çok şey bildikleri de bir gerçektir. Tarih ne bildiklerini de gelecekte yazacaktır. Geçtiğimiz günlerde Afrika Ülkesi Nijer’de bir askeri darbe oldu. Albay Amadou Abdramane yanlısı darbecilerin Wagner temsilcileri ile görüştükleri söylentileri medyaya yansıdı. Artık Wagner gibi milis güçleri bazı ülkelerde paralı güvenlik taşeronluğu yapıyorlar. Suriye de, Irakta olduğu gibi. Yeni savaş yöntemleri böyle oluyor, taşerona havale etmek.
Geçtiğimiz günlerde öldü mü/öldürüldü mü? konusuna girmeden önce devlet içinde ayrı bir güç oluşturan bu tür unsurların varlığı o devlet için büyük bir tehlikedir. Devletin yaşaması, var olması için bu tür unsurların varlığının sonlandırılması kaçınılmaz bir durumdur. Türkiye de ise terörün başı adada yaşatılmaktadır, Rusya da olduğu gibi varlığı bile potansiyel tehlikedir. Wagner’in ana vatanı “Rusya KKTC’de konsolosluk hizmetleri verecek, KKTC’yi devlet olarak tanımayacaksın ama konsolosluk hizmetleri vereceksin. Rusya Türkiye ile birlikte sıcak denizlere böyle inecek bir diğer planın parçası bu. KKTC’yi tanıma noktasına da gelecek. Bunu daha önce belirtmiştik, ABD Türkiye’yi NATO’nun yumuşak karnı olarak görebilir, ancak Türkiye’den de vaz geçmesi mümkün değildir. Ama Rusya’da öyle Türkiye ile siyasi çatışmaya girmek istemez, çıkarlarına ters düşer. Çağımızın son ticari deha düşüncesi bu kazan, kazan politikası.”
“Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby: Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesi konusunda anlaşılan bir çerçeve yok dedi. Ancak anlaşırlarsa da ki anlaştırılacaklar hiç de şaşırmayın” çünkü gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinden sonra anında dönüş yapıp tek kalemde olmasa da Amerika’dan 400 milyon $’lık silah almayı da kabul etmişti.
Der Spiegel Dergisi, Gazeteci Cemal Kaşıkçı 2011'de Arap ülkelerini sarsan isyanlar sırasında Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da konuştukları Kaşıkçı'nın "Mutlak monarşinin devri bitti. Tek çare demokrasi" sözlerini "Suudi Arabistan'da başka biri bu sözleri söylese sorgulanır ve hapse atılırdı" sözleriyle yorumlamıştı.
Nijer’de askeri darbe sonrası halk sokaklara indi ve sömürgeciliğe karşı başkaldıran Nijer halkı, düzenlenen gösterilerde Türk bayrağını açtılar. Anlaşılan göstericiler demokrasinin, özgürlüğün, sömürüye başkaldırının sembolü olarak 192 ülke bayrağı arasından Türk bayrağının kendilerini en uygun ifade eden bayrak olduğunu gördüler ve seçtiler. Türkiye bu ve bunun gibi ülkelere idol olmakta, umut olmaktadır, örnek alınmaktadır. Türkiye nerede olduğunu ve nerede duracağını çok iyi bilmeli ve bunu hiç unutmamalıdır. Türkiye düzensiz göçler nedeniyle kendisini bu demografik değişimden, bozulmadan korumalı, ivedi önlem almalıdır. Türkiye Türk ve Müslüman kalmalıdır. Çok dilli, çok dinli, çok ırklı olamaz ve olmamalıdır. Türkiye ABD değildir. Yapısı farklıdır. Özellikleri, ulusal değerleri ve kavramları ABD’nin çok uluslu yapısal ve dinsel değerlerine veya Fransa’nın konumu ve durumuna da benzemez. Aksi halde birlik ve beraberliğini korumakta zorlanır ve bu durum da sonucun ülkenin zararına olma ihtimali yüksektir. Riske edilemez.
Sağlıkla kalın, geleceğin lider ülkesi olmak dileğiyle.