Dünyada değişim her zaman normal seyrinde gitmemiştir. Hatta çoğu zaman zorlamayla yani savaşlarla, askeri harekâtlarla olmuştur. Tarihe bakılırsa da böyle bir sonuç çıktığı görülür.
Türkiye’nin Osmanlı döneminden bu yana süregelen Karadeniz’den kuzey komşusu geçmişte Prusya, dün S.S.C.B, bugün Rusya Federasyonu ile ilişkileri değişkenlik göstermiştir.
Bu değişkenliğin sebebi coğrafyada bulunan Türk devletleri, Kırım ve Karadeniz olmuştur. Tabi ki burada gözetilmesi gereken ülke çıkarları öncelikli ve ön plandadır. İşte Ukrayna ve Karadeniz’de yaşananlar, Kırımın demografik yapısını değiştirerek ilhakından sonra, Azak denizine sıkışmış gibi görünen Rusya’nın sıcak denizlere ulaşma politikalarının bir parçası olarak; Ukrayna topraklarını ele geçirerek Donbass (Donetsk- Luhansk) bölgesi ve Odessa üzerinden Karadeniz’e bir koridor açma isteği açıktır.
Rusya bu kadarla da kalmayıp, tanıdığı Donbass bölgesindeki Cumhuriyetlerle, Odessa’yı kendine bağlayarak Karadeniz’den başlayarak sıcak denizlere ulaşma politikalarını kuşkusuz devam ettirecektir. Rusya’nın bu harekâtı Avrupa ve Türkiye’ye sağladığı doğal gaz gibi enerji kaynaklarını elinde bulundurmasına ve BM’deki veto hakkının arkasına gizlenerek yaptığı da bir gerçektir. Rusya’nın bu politikaları uygulamaya çalışması hiç bir zaman meşru sayılamaz her ne sebeple olursa olsun savaş nedeni sayılamaz, o bölgede insanların ölmesine göz yumulamaz. Demokrasi ve insan haklarından söz eden ABD, AB ve diğer gelişmiş olduğunu belirten ülkeler sadece bu soruna ekonomik yaptırımlar uygulamakla yetinebiliyorlar.
Bu koşullarda Türkiye’nin konumu ne olmalıdır? Bildiğiniz gibi Türkiye son dönemde Rusya ile ciddi yakınlaşma içine girdi ama aynı zamanda Ukrayna ve Kırım’da Rusya’yla ayrışıyor. Birçok diplomasi uzmanına göre pek çok Türkiye var. Kemalist Türkiye, diğeri 21. yüzyıl Türkiye’si… 21. yüzyılın yeni Türkiye’si kurucu lider Mustafa Kemal’in Türkiye’sinden farklı. 21. Y. Y. Türkiye’sinin Batı’nın kurbanı olduğundan bahisle Moskova ile yakınlaşıyor ama aynı zamanda Türkiye Ukrayna’ya İHA ve SHA veriyor, deniliyor. Çünkü aynı zamanda, tarihte pek çok kez savaştığı büyük kuzey komşusunun zayıflaması da Türkiye’nin menfaatine. Suriye ve Irak’ta bazı bölgeleri paylaşan Rusya ve Türkiye arasında değişken bir dış politika var. Zamana göre değişen hem paralel hem de rekabetçi bir Arap politikaları var.
Ruslar Suriye’de her şeye karşı Esad’ı destekledi. 100 binden fazla ölü pahasına DAEŞ’le birlikte Esad’ın muhaliflerini de bozguna uğrattı. Türkiye ise rejimin desteklenmesine tamamen karşıydı ve Esad’ın devrilmemesinden mutsuz oldu. Yani Türkiye ve Rusya’nın menfaatleri hedefe göre hem farklı hem de ortak. Artık dünyanın her yerinde her ülke için aynı şey geçerli değil mi? Farklı bölgelerde farklı ülkelerin farklı müttefikleri var.
Evet ama Rusya ve Türkiye iki eski imparatorluk. Zamanında dünyanın büyük bölümünde hâkimiyet kurdular. Osmanlı İmparatorluğu dünyanın en uzun süren imparatorluklarından. Fas’tan Orta Avrupa’ya kadar çok geniş bir coğrafyaya hâkimdi. Bu büyük imparatorluk yavaş yavaş parçalandı ama son dönemlerde izlediği politikalar sayesinde eski parlak geçmişine tekrar kavuşmak istiyor, deniliyor.
Bu politikaya karşı Türkiye’deki laik ve demokratlarda ciddi bir muhalefet olduğu biliniyor. Buna karşın Rusya’da, Ortodoks ruhban sınıf ve Kremlin ittifakıyla kutsal Rusya’nın tekrar inşa edilmek istendiği gayet açıktır. Bu çok tehlikeli bir ittifakın adına Sezaropapizm deniliyor; askeri harekâtlar kilisenin kutsamasıyla aklanıyor, meşrulaştırılıyor. Dünyevi ve tanrısal güç arasındaki bu gizli anlaşma İslam’da da vardı ve hep çatışma, şiddet doğurdu. Dolayısıyla eski imparatorlukların bugünkü devletleri dünyanın geri kalanıyla veya birlikte olup sonradan ayrıştıkları ile bir çatışma riski taşıyor. Bugün olduğu gibi Avrupa - Rusya, Ukrayna - Rusya çatışmaları geçici gibi de olsa varılan sonuç budur. Ukrayna’nın aynı zamanda kendini korumak istemesi, ABD’nin ve NATO’nun Ukrayna’yı NATO’ya alma sözü de durumu gerginleştirmiştir. Bu, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırı sürecinin yaşanmaması için iki farklı noktada birleşen uluslararası politikacılar ve siyaset bilimcileri var.
Bu noktadan önce; ya NATO Ukrayna’nın NATO’ya kabul edilemeyeceğini kesin bir dille belirtecekti, ya da söylediğini yaparak işi uzatmadan NATO’ya kabul sürecini başlatıp Ukrayna’yı koruma konumuna geçecekti görüşlerini haklı çıkarmaktadır.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin çöküşüne döneli; yine bir görüşe göre demokrasi ve Batı bu süreçten faydalanamadı. Hatta bununla ilgili yazar Pascal Bruckner de, “Demokratik Melankoli” adlı kitabında, “Komünizm çökmüş, liberal demokrasi kazanmıştı. Ama sonra karşı fikir kaybetti çünkü fikir çatışması bitti. Bu da düşünceye ve demokratik yaşama zarar verdi” yorumunu yaptı.
Bruckner yine bir kitabında Richard Cohen’in şu sözünü aktarıyor; “SSCB çökünce biz Amerikalılar bir düşmandan daha çok şey yitirdik. Anlam arayışımızda bizimle işbirliği yapan bir çalışma arkadaşını yitirdik” diyerek SSCB’nin çöküşünden dünyanın faydalanamadığını düşünenlerin çoğunlukta olduğuna vurgu yaptı.
Komünizm yok ama Putin’le Rusya Federasyonu eski komünist S.S.C.B olmasa da Komünizimsiz, Sosyalist Rusya’yı Varşova paktındaki Rusya’yı arıyor. Kırım, Çeçenistan, Kazakistan ve son olarak Ukrayna’daki askeri harekâtlar bunu göstermiyor mu? Coşkulu bir yanılsama var.
Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra 10-15 yıl boyunca, pazar ekonomisi ve liberal parlamenter demokrasinin tüm dünyadaki çatışmaları azaltacağı veya sona erdireceğine dair bir düşünce vardı. “Tarihin Sonu” kitabında Francis Fukuyama’nın teziydi bu. Ama yanıldığını görüyoruz; gerilimler ve çatışmalar sürüyor. Bunun ötesinde Afganistan’daki savaş, İslam’ın içerisinde cihatçı bir hareket doğurdu ve Kuzey Afrika’ya, Ortadoğu’ya, Orta Asya’ya yayıldı. 1989’da Berlin Duvarı’nın çöküşünün verdiği mutluluktan 12 yıl sonra, 2001 Eylülünde İkiz Kuleler’in çöküşünün verdiği ezikliğe geçtik. Bu saldırıyla birlikte Batılı ülkeler kendi yanılsamalarını gördü ve dünyanın yeni durumunun herkese uymadığını ve Batı kültürünün özellikle Müslüman toplumların kendileri için seçmek istemediği bir kültür olduğunu anladılar. Bu da uluslararası ilişkilerde karmaşanın dönüşü demekti. Ardından bu çatışmanın arka planında Çin’in tekrar doğduğunu gördük. Önceden bu ülkenin ihtiyaç malzemelerini ucuza temin eden Batı dünyasının atölyesi olduğunu sanıyorduk. Bugün Çin’in büyük bir güce sahip yapısal bir rakip olduğunu görüyoruz ve Amerikalılar, önce Obama, sonra Trump, bugün de Biden dikkatlerini Pasifik bölgesine yoğunlaştırmaya karar verdi. Ama bugün Avrupa’nın doğu kapısında ve Ortadoğu’da bazı şeyler çok daha tehlikeli ilerliyor.
Öyleyse Türkiye son dönemde çok iyi bir şey yapıyor çünkü ordusunu güçlendiriyor, kendi yerli ve milli silahlarını, gemilerini, askeri araç ve gereçlerini üretiyor. Evet, Türkiye çok farklı teknolojik imkânlara sahip büyük bir orduya sahip bu kesin ama bu gücün barış için doğru yerlerde kullanılması şarttır. Fransa, General De Gaule ile birlikte profesyonel orduya geçmekte haklıydı. Ayrıca nükleer silah şüphesiz De Gaule’cülükten kalan en iyi miras. Ama her şey bu güçlü ordunun barışı korumak için mi, yoksa ülke dışında savaşmak için mi kullanılacağına bağlı.
Öte yandan şurası kesin; güçlü bir ordunuz yoksa güçlü bir devletiniz olamaz. Bu bütün büyük uluslar için temel kuraldır. Türkiye de çok büyük bir ulustur. Buraya kadar Rusya’dan bahsettik ama madalyonun diğer yüzü de var. Pascal Buckner, “Aşk Paradoksu” adlı kitabında “Özgürlük bir Haçlı Seferi değildir, bir öneridir. Milyonlarca insan özgürlük davetini reddediyorsa bu kendilerine uymadığı içindir; dolayısıyla daveti başka şekilde yapmak gerek” diyor.
Irak’ı, Afganistan’ı düşündüğünüzde ABD’nin farklı ülkelere müdahaleleri veya ABD’de yaşananlar demokrasiye zarar mı verdi? Savaşlara biraz da bu tavır yol açmıyor mu? Irak’a müdahale yersiz ve can sıkıcıydı ama açıkçası Irak, ABD oradayken bir tür çoğulculuğa kavuşmuş gibi görünmekteydi. Bugün ABD Irak’tan ayrıldı. ABD varlığı Şiilerin Sünniler karşısındaki zaferi demekti ama aynı zamanda İran’a karşı bir Arap milliyetçiliğini de uyandırdı. Bu Arap milliyetçiliğinin bugün iktidara yerleştiği bile söylenebilir. Irak DAEŞ gerçeğini gördü. DAEŞ’liler modern zamanların en sevimsiz, en barbar gruplarıydı. Sonuçta bu müdahale Amerika için bir yenilgiydi, çünkü Irak’a barış ve demokrasiyi getirmeyi beceremediler. Afganistan’daki ise çok daha büyük bir başarısızlıktı. Bazıları için Biden yönetimi, Bagram Üssü’nde veya Kabil çevresinde Taliban’ı gözetlemek için 2000-2500 kişilik küçük bir askeri grubu tutmalıydı görüşüne katılıyor. Bugün yaşanan tam bir trajedi. Taliban savaşçı bir grup olabilir ama hiçbir yönetici vasıfları yok ve yeteneksizlikten halkı açlıktan ölüme terk ediyorlar.
Öte yandan Taliban’ın gücü bölünmüş bir güç. Yakın zamanda, Afgan direnişi zamanında Taliban’ın dışişleri bakanlığını yapan kişinin ifadesine göre daha şimdiden Kabil’de farklı fraksiyonların birbirleriyle çatışmaya girdiğini ifade etmiştir. Kandahar ve Kabil arasında, Kabil ve kuzeydeki gruplar arasında çatışma var şu anda. Taliban, Amerikan nefreti çevresinde tek bir parça olabiliyor ama kendi aralarında birbirlerinden nefret ediyorlar. Bu süreçte El Kaidenin Afganistan’ın kuzeyinde belli yerlerde gücü ele geçirdiği söyleniyor. DAEŞ başka bölgelerde güçlendi. Yani Taliban’ın ülke çapında barışı tesis edeceğine inanmak zor gibi görünüyor ve Ukrayna krizi Afganistan meselesini geri planda bırakmış durumdadır. Artık savaştan bahsedildiğini duymak istemeyen Amerikan kamuoyu tarafından cesaretlendirilen Biden yönetimi, Kabil’i son derece organizasyonsuz şekilde, baştan savma boşaltarak büyük bir hata yaptı. Ortada bir Amerikan tutarsızlığı var. Bir yandan 21. yüzyılla başlayan aklını kaçırmış bir müdahalecilik, ardından da yine aklını kaçırmış, kendinden geçmiş bir toptan geri göç. İstikrarsızlığın sona ermesi, yaşam şartlarının normale dönmesi, demokrasinin tesisi için Taliban’a karşı Afgan direnişinin yeniden organize olabilmesi veya Taliba’nın demokrasi anlayışını uygulayabilmesi şu aşamada mümkün mü? çok zor görünüyor. Bunu zaman gösterecek ama her halükârda 2021 Eylülündeki Afganistan’dan tedbirsiz ve bu aceleye getirilmiş çekiliş, büyük bir siyasi hataydı ve tüm dünyadaki silahlı güçlere ne ad altında olursa olsun büyük cesaret verdi.
Öte yandan Ukrayna’daki Rusya ateşkesi ve barış görüşmeleri amacına ulaşmak için harekat sürecini uzatmaktadır. Türkiye’nin Rusya ile liderler bazında yakınlaşmaları hem Türkiye hem dünya için bir imkandır. Rusya ile Ukrayna arasında arabuluculuk rolü ile anlaştırabilir, anlaştırmasa bile müzakere masasına oturmaya, ateşkese razı edebilir. Bu çerçevede Türkiye hem Rusya’yla hem de Ukrayna’yla ekonomik çıkarlarını ve enerji kaynakları, ithalat ve ihracatın devamı konusunda çıkarlarını koruyabilir. Bruckner, Cohen, Joyce gibi uzmanların/yazarların Ukrayna, Kazakistan, Afganistan, Irak ve Suriye’deki siyasi hataların bedelini yakında insanlığın ve bazı ülkelerin çok ağır bir şekilde ödeyeceği konusunda hem fikir oldukları görülmektedir.
Dünyayı yaşamı alt-üst eden bu evrensel krizlerin ve savaşların bir an önce sona ermesi ve barışın hâkim kılınması dileğiyle.
Sağlıkla kalın…