Sürdürülebilir değişim

Emrullah BİLGİN - Değişim

Dünya ve Türkiye yıllardır çok yüksek oranlarda israf içerisindedir. Dünyanın bir bölümü açlıkla mücadele ederken, bir diğer bölümü de halen savurganlığa devam etmektedir. İnsan hayatında, devlet yönetiminde hayat standardını yükselme çabaları sürerken, bu diğer bir anlamda sürdürebilir değişim olarak da değerlendirilmelidir. Aslı olanda değişimdir.

Küresel anlamda değişim; standartlara da uymalı, toplumsal kabul ve geçerlilik görmeli ve olumlu yönde olmalıdır. Yükselen trendlere sahip olmalıdır. Dünü bu güne eşit olanın başarısından/kazancından söz edilemez.

Piyasa ekonomisi koşullarında satışları arttırma, pazarı genişletme stratejileri ve planları uygulandıkça, tüketim toplumu olmanın önüne geçilemedikçe ve İsrafı önlemedikçe de hiçbir ekonomik sorun tam olarak çözülür görülmemelidir. Ekonomik ölçüden bu günümüz düne dönmüşse bu iktisadi açıdan kabul edilebilir bir durum değildir. Etkin önlemlerin alınması zorunludur. Kolay harcamanın, israf etmenin önlenmesi, sıkı bir tasarrufa gidilmesi ekonomik bir koşuldur.

Türkiye de ilk önce görünen gerçeklerden en önemli israf akıl israfıdır. Akıl israfımızın temel sebebi; düşünmeye, sorgulamaya, yeniliklere açık beyinleri yetiştirecek eğitim sistemimizin olmayışı ve bu nedenle insan gücümüzün büyük bir kesiminin verimsiz ve kendi haline bırakılarak yetiştirilmesidir.

İkinci sebep ise zaten kıt olan yetişmiş insan gücümüzü verimli şekilde değerlendirmek yerine liyakate genel geçer kuralları terk edip önem vermeyerek, liyakatı siyasi taraftarlıkla/yakınlıkla karıştırarak onlara önemli görevler vermek, böylece kötü yönetimlerle akıl ve kaynak israfı içinde olunmasıdır. Diğer taraftan ülkemizin sürdürülebilir şekilde kesintisiz kalkınamamasının temelinde sahip olduğumuz insan gücü kadar sermaye, toprak ve suyun da aşırı israf edilişi yatıyor.

Uzatmadan kısaca açıklamak gerekirse;

Yaklaşık nüfusa sahip olduğumuz Almanya'da işgücüne katılım 44 milyon iken, daha genç bir nüfusa sahip olduğumuz için çalışma çağındaki ve işgücüne katılan nüfusumuz Almanya'dan daha fazla olması gerekirken, insanımız iş bulma ümidini kaybettiği için 57 milyon çalışma çağındaki nüfusumuzun 33 milyonu (%58) işgücüne katılmaktadır. Katılım sayısı Almanya'dan 11 milyon daha azdır. Bunun üzerine yaklaşık 4-5 milyon gizli işsizleri de ekleyince çalışabilecek yaştaki 15-16 hatta işe müracaat etmemiş aileleri tarafından hayatı devam ettirilebilenlerle birlikte 20 milyona yakın insan gücümüz israf edilmektedir.

Bazı yurt içi ve yurt dışı kaynakların değerlendirmelerine göre; Türkiye’de çok yetersiz olan iç tasarrufların küçük bir kısmı yıllardır yatırıma ve üretime dönüştürülse de katma değeri düşük, verimsiz ve isabetsiz alanlarda değerlendirilerek harcanmıştır. Böylece yetersiz olan tasarrufların bir kısmı israf edilirken sürekli maliyet enflasyonuna sebep olmaktadır. İsraf edilmeyen diğer bir kısmı ile israf edilen tasarruflarla dengelenmeye çalışılmaktadır. Diğer ve çok önemli bir israf alanı da; devletin aldığı mal ve hizmet fiyatlarının piyasa fiyatlarına göre çok yüksek, sattıklarının ise düşük olmasıdır. Bunun temel sebepleri; yolsuzluk, kayırmacılık ve liyakatli personel yerine taraftarları yetkili makamlara getirmektir.

Gerekli ve isabetli alanlara yeteri kadar yatırım yapılamayışı bazı ürünlerin üretiminde yetersizliklere, buda talep enflasyonuna ve ithalata bağımlılığa neden olmaktadır. Kıt kaynakların katma değeri düşük, verimsiz alanlara harcanması ödemeler dengesi açığı ve borçlanma ihtiyacı doğurmaktadır. Sürekli borçlanma ihtiyacı ise; yüksek faizle borçlanmaya ve Türk parasının sürekli değer kaybına sebep olurken yüksek faiz ve kurdaki oynamalarda sürekli enflasyona ve gelir dağılımında adaletsizliklere sebep olan bir kısır döngüye dönüşmektedir. Bunun sonucu olarak da Türkiye'nin kredi risk primi yükselmekte ve böylece Dünya'da en yüksek faizle dış borç alan 3-5 ülkeden birisi haline getirmektedir. Tarımla ilgili araştırmacıların ve kurumların yaptıkları araştırmalarda, sahip olunan toprakların coğrafi, fiziki yapısı nedeniyle, yarısında tarım yapılabileceği belirtilmektedir. Ancak onunda yarısı ekilip dikilebilmekte ve ekip dikilen alanlarında sadece yaklaşık 1/4'ü sulanabilmektedir. Kısaca çok aşırı bir toprak israfı içindeyiz. Bu nedenle bitkisel üretimde; tahıl, kaba yem bitkileri, endüstriyel bitkiler ile başta kırmızı et ve deniz ürünleri üretimlerinde kendi kendimize yetersizlikler ve ithalata bağımlılıklar oluşmaktadır. Bu nedenle Türk halkı yetersiz ve dengesiz beslenmektedir. Kişi başına et tüketimi gelişmiş ülkelerin neredeyse %40’ı civarında iken, tahıl tüketimi 3 katıdır.

Kullanabilecek su varlığı yanlış sulama yöntemleriyle aşırı israf edilerek kullanılmaktadır. Bunun yanında Türkiye’de yeterli su rezervuarları ve havzalar arası su transferi yapılmadığı için su varlığının %40'ı bile kullanılamamaktadır. Doğal yağmur suları, yerleşim yerlerinde ve konutlarda dahil yetersiz depolanmakta, kullanılan su varlığı ya kirletilmiş olarak doğaya, yada temiz olarak komşu ülkelere ve denizlere boşuna akıp gitmektedir. Çin güneyindeki bol olan suları binlerce km'lik boru hatlarıyla suyun yetersiz olduğu kuzey bölgelerine taşımaktadır.

Türkiye de ise havzalar arası su taşımak bir yana, GAP ve KOP projesi dahi 40 yıldır tam olarak tamamlanmış sayılamaz. Türkiye ekosistemin devamı için sahip olması zorunlu olan ormanın yarısına bile henüz sahip değildir. Orman Genel Müdürlüğü’nce birim alan başına verimlilik kriterine göre ölçüldüğünde, orman varlığının olması gerekenin 1/3'ü kadar olduğu belirtmektedir. Hayvancılıkta en düşük maliyetli ve en kolay beslenme türü kaba yem bitkisidir, bu nedenle hayvancılığın geliştirilmesinin olmazsa olmazı meralardır. Meraların ekseriyeti bakımsız olduğu ve mera vasfını kaybettiği için birim alan başına ot verimi AB ülkeleri ortalamasının neredeyse 1/10'u kadardır. Bunun anlamı; mera alanlarının verimsizliği nedeniyle resmi kayıtlarda mera olarak bilinen 17,5 milyon hektardan fazla arazi varlığı ekonomik olarak üretime hiçbir katkı sağlayamamakta ve israf edilmektedir.

Türkiye iç tasarruf oranı düşük olan ülkelerdendir. Düşük tasarruf oranı, dış borç ve özelleştirme yoluyla temin edilen yetersiz finansman kaynakları ve aşırı israf nedeniyle, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonrada bu ve benzer politikalarla sürdürülebilir kaliteli kalkınmayı yakalayamayacağı açıktır. Önceki yıllarda da çeşitli adlar altında denenmiş ve Türkiye ekonomisine yıllarca yük olmuş faiz, enflasyon, kur garantili mevduat vb. politikalar zorlama yöntemlerle, sabit ve dar gelirli halkı çok zorlayacak yüklerle ileriki yıllara erteleyerek sürdürmektedir.

Tek ve en akılcı yol; akılın ve bilimin ışığında, Türk toplumunun tamamını kucaklayacak, şeffaf, denetlenebilir, demokratik hukuk devleti kuralları çerçevesinde, işgücü, sermaye, toprak ve su varlığının tamamını harekete geçirerek verimli bir şekilde değerlendirerek, sürdürülebilir, planlı kalkınma modelleri uygulamaktır. Çoğu ülkeden çeşitli nedenlerle daha yüksek faizlerle alınan borçların geri ödeneceği unutulmadan, borç stoğunun, ülkenin ekonomik verileri kapsamında ve sürdürülebilir planlar çerçevesinde, azami düzeyde dikkate alınarak, katma değeri yüksek üretim oranını artırmaktan geçmektedir.

Türkiye öncelikle istikrar istiyorsa kişisel çıkarlar, spekülatif kazançlar peşinde koşmaktan vazgeçmeli, gerilim politikalarını bir kenara bırakarak toplumsal bir hedef etrafında toplanmalı ve bölgesinde güçlü bir ülke konumunda duraksamamalı ve uzaklaşmamalıdır. Bu anlamda siyasi partiler ve siyasi liderlerin rolü büyüktür. Siyasi partiler; iktidarıyla, muhalefetiyle, bir amaç ve hedef etrafında toplanmalı iç ve kısır çekişmeleri bir kenara bırakarak, ortak siyasi bir manifesto ile Türkiye ve Türk halkı için çalışmalıdır. Bunu da Türk toplumuna gecikmeden bildirmelidir. Liderler ve siyasi partiler kişisel ve siyasi ihtiraslarını/rantlarını bir kenara bırakıp, kısaca açıklamaya çalışılan sorunları çözecek proje üreterek kalkınma ve halka hizmette yarışmaları şarttır. Gerçek ölçü bu olmalıdır.

Mutlu ve umutlu bir gelecek dileğiyle.

Saygılarımla..

İlk yorum yazan siz olun