İlk insandan bu yana beşeri ilişkiler ardından sosyal ilişkiler ve toplumsal ilişkiler sürekli bir tarihsel değişim ve gelişim içerisinde süregelmiştir. Bilimsel anlamda ise ilk sosyal teoriler toplum biliminin doğuşuyla beraber, eş zamanlı olarak geliştirildi.
‘Toplum biliminin babası’ olarak bilinen Auguste Comte, ‘toplumsal evrimcilik’ diye ilk sosyal teorilerden birinin temel çalışmasını gerçekleştirmiştir. 19. yüzyılda sosyal ve tarihsel değişimle ilgili üç büyük klasik teori oluşturuldu: sosyal evrimcilik teorisi (sosyal darwinizm de bunun bir parçasıdır) sosyal dönem teorisi ve Marksist tarihsel materyalizm teorisi. Comte insana dair bütün bilimleri – tarih, psikoloji ve ekonomi dahil, bütünleştirmeyi istiyordu. Onun toplumsal şeması tam 19. yüzyıla özgüydü; tüm insanlığın aynı tarihsel aşamalardan (teoloji, metafizik, pozitif bilimler) geçtiğine inanıyordu ve eğer birisi bu gelişimi kavrarsa toplumsal hastalıklar için çareler de bulabilirdi. Toplum bilimi ‘bilimlerin kraliçesi’ olmalıydı.
Bu alanda İngiliz düşünür Herbert Spencer, Amerikan toplum biliminin babası diye tanımlanan Lester Frank Ward, 1883’te Dinamik Toplum Bilim kitabını yayınladı ve ilk kez Kansas Üniversitesi, Lawrence’da 1890’da Toplum Bilim Öğeleri başlıklı bir kursta(Amerika'nın devam eden en eski toplum bilim bölümüdür) bu disiplin kendi adıyla öğretilmeye başlanmıştır. İnsanların birlikte yaşama ve yardımlaşma tercihlerinin ortaya çıkması ile toplumsal yaşam ve yönlendirmeler tarihsel gelişim ve değişim süreci içerisinde devam etmiştir. Liderler veya toplumlar bilimsel olsun yada olmasın, insan odaklı yönetimler daima diğer toplumlara oranla hep önde olmuşlar, hayat standartlarını yükseltmişlerdir. Daha anlamlısı tarihe tutunabilmişlerdir. İnsanoğlu yaradılışı gereği, yanlış bakmaya, görmemeye ya da algılamamaya meyilli bir varlıktır demenin yanlış olacağı düşünülebilir. Aksine, kendi çerçevesinden bakarak yönetmeye ve yönlendirmeye yapısı itibariyle daha yatkındır.
Aslında yönetmekten pek anlamasa da kendine göre yanlışta olsa inandığı doğruları yapılsın, uygulansın ister ve çoğu insan çoğu konularda ısrarcı ve hatta dayatmacı dahi olabiliyor.
- O’nun söylediği doğrudur,
- O’nun yaşadığı doğrudur,
- O’nun bildiği doğrudur...! genellikle bu tür insanların tutumları budur.
Bunu kısaca şöylede tanımlamakta mümkün;
Bu tür insanlar kendi dört duvarları arasında mutlu ve güvendedirler. Bu duvarları inşa ederken, ördüğü ve yerleştirdiği her bir yapı taşı, kusursuz ve muhteşem olduğunu kabul eder. Bundan da taviz vermek istemez. İşte bu toplumda tutuculuk olarak ifade edilir.
Oysa insan daima değişim yaşamıştır, değişimci olmalıdır veya değişime açık olmalıdır. Bu toplum bilimcilerin ortak görüşü haline gelmiştir.
İnsan bir konuda yanlış giden bir şeyleri düzeltmek, değiştirmek istiyorsa, farklı sonuç almak istiyorsa, mevcutları veya denenmişleri tekrarlamak yerine değişiklik yapmalı veya farklı sonuç beklentilerini gerçekleştirebilmesi için farklı aksiyonlar, farklı fikirler denemelidir ki farklı sonuçlar alabilmelidir. Sonuç itibariyle, farklı perspektiflerden bakmadıkça, gerçeği görme ihtimali bir hayli azalır ve görüş katsayı noktası eksi değerlere ulaşabilir...
Sürekli cepten harcamamak gerek. Cepten kasıt beyinden diyerek de not düşelim. Beyinden ve ruh dünyasından enerjimizi tüketmeyelim. Verimliliği arttırmak ise niyet;
- Farklı perspektiflerden bakmaya,
- Baktığını görmeye,
- Gördüğünü tespit etmeye,
- Tespite çözüm bulmaya yetecek bilgi, uygulamaya koyacak da yetkinlik, çeviklik ve tecrübe gerekir. Diğer taraftan unutulmamalıdır ki tüm bu yaptıklarınız da sürdürülebilir olmadığı müddetçe çabalarınız değersizleşir veya yok olmaya mahkûmdur. Eğer bilgileriniz doğrultusunda davranmak, düşünmek yerine, duygularınız yönünde davranır ve düşünürseniz bilginin ya da okuduğunuzun size çokta bir katkı sağlamadığı konusunda sanırım hem fikiriz.
İnsan davranışları açısından bilgi ve tecrübe bir arada sentezlenmesi durumunda bu tür önderlerden toplumlar ve ülkeler tarafından yararlanılır. Ancak ne kadar okursanız okuyun bilginize yakışır şekilde davranmadıkça cahilsiniz demektir. Bilgi ve tecrübe sentezinden uzak kalmış yada yeterli seviyeye ulaşamamış toplumlar ulusal önderlerine, bilgelerine eleştirilerinde onları acıtabilirler. Ancak toplumun bu ileri gelenlerinin, önderlerinin bu tür durumlarda öfke kontrolünde başarılı olmaları ve hayatta öğrenebilecekleri en iyi derslerden biri nasıl sakin kalabileceklerini öğrenmek olmalıdır. Bu durum toplum bilimi açısından liderliğin, önderliğin özelliklerindendir. Aksi halde toplumuna yada milletine bir faydasının olması mümkün olmayacaktır.
Toplumu yönlendiren önderlerin bilge kişiliklerin gönül inceliğidir bir insana dolayısıyla topluma değerli olduğunu hissettirmek. Toplumun dolayısıyla toplumun insanlığın yönlendirilmesi ve eğitilmesi daha kolay ve daha hızlı olacaktır.
Kalın sağlıkla, mutlulukla ve sevgiyle yaşayın…