Bir önceki makalenin devamı niteliğindeki yazımın yayını öncesinde; son yıllarda büyüklüğü ve etki alanı ile yaşanmış, ülkemiz 13,5 milyon nüfusu ve ülkenin %15’ini dolaylı etkileri ile ortalama %20’sini etkileyen yer yüzeyine 7 km’lik yakınlığı ile büyük hasar ve can kaybı yaşatan deprem nedeniyle hassas ve önemli bir dönemden geçmektedir.
Ülkemizde böylesi bir felaket 1939 yılında Erzincan da 7,9 şiddetinde, 17 Ağustos 1999’da Gölcük’te 7,4 büyüklüğünde, 12 Kasım 1999’da 7,2 büyüklüğünde Düzce depremiyle yaşanmıştır. Dünya tarihinde ise 1960 yılında 9,5 şiddetinde Şili’de, daha sonra 9,2 şiddetinde Alaska’da, bugüne kadar en uzun süren ve 3'üncü büyük deprem olarak bilinen 26 Aralık 2004’te Sumatra'da 9,1 büyüklüğünde meydana gelen deprem yaklaşık 10 dakika sürmüştür. Sarsıntı sonucunda oluşan metrelerce yükseklikteki dev tusinami dalgaları Endonezya'nın yanı sıra Asya'nın kuzeyi ve Afrika'nın doğusunda 14 ülkeyi etkilemiştir.
Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli son depremler ise yer yüzeyine en yakın ve birçok ülkenin nüfusu ve yüzölçümünden daha büyük bir alanda olduğu için hasarı da büyük olmuştur. Bu felaket sonrası Türkiye’ye komşu ülkeler, birçok dünya ülkesi ve Türk dünyasından, Rusya’dan yardımlar sevk edilmiş ve yardım ekipleri arama-kurtarma çalışmalarına katılmışlardır.
Peki, bundan sonraki politikalar ne olur şimdi buna bakalım;
Yakın geçmişte dağılan ve etkisi azalan Sovyetler Birliği’nin ABD ve NATO’ya karşı kaybettiği prestijini Orta Asya’dan başlamak üzere Komünizimsiz hakimiyete tekrar sahip olmak isteyen Rusya, Putin’le yeni bir yayılma ve genişleme politikaları başlatmıştır. Avrupa Putin’in bu genişleme politikasına Rusya’nın batısından, Ukrayna’da NATO ve ABD ile durduracak bir strateji geliştirmiştir. Kazakistan, Kırım ve Ukrayna ile başlayan ve devam eden Rusya’nın ve Putin’in yayılmacı bu politikaları karşısında Türkiye olası bir Orta Asya krizinde rol oynayabilir mi? Orta Asya Türk Cumhuriyetleri bu misyonu Türkiye’ye yükler mi? Türkiye arabulucu rolü oynayabilir mi? Uluslar arası yazarlar ve politikacı görüşleri, Putin’in Türkiye’yi bu soruna dahil etmeyeceği yönündedir ama Türkiye’nin yine de Orta Asya cumhuriyetleri için bir planı, politikası bulunmalıdır, bulunacaktır da.
Biliyorsunuz 2009’da Türk Devletleri Teşkilatı kuruldu. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkiye’den oluşuyor. Macaristan ve Türkmenistan gözlemci. Son dönemde daha da canlandı bu oluşum. Kazakistan Cumhurbaşkanı Tokayev Mart 2021’de yaptığı zirve konuşmasında, “Hedefimiz Türk dünyasını 21. yüzyılın en önemli ekonomik, kültürel ve insani topluluklarından biri yapmaktır” demişti. Peki bu sözler bu süreçte bir şey ifade ediyor mu? Kazaklar son birkaç yılda uluslararası müttefiklerini genişletmek ve sadece Rusların eline düşmemek umuduyla Türkiye ile bir yakınlaşma yaşadılar. Özellikle de Türkiye’ye Azerbaycan üzerinden büyük ölçüde askeri bir prestij kazandıran Ermenistan zaferinden sonra. Ama bu son olaylar açıkça gösterdi ki bir kriz olduğunda, işler yürümediğinde Orta Asya ülkeleri yüzlerini Moskova’ya dönüyor, hakem ve müdahale imkânına sahip güç olarak Moskova görülüyor. Dolayısıyla Türkiye’nin bu krizde oynayabileceği rol şimdilik yok gibi görünüyor ama tamamen de etkisiz değil. Muhtemelen Türkiye Ukrayna’da olduğu gibi diplomatik girişimlerde bulunacak, birtakım öneriler getirecek, konferanslar düzenleyecektir. Rusya’nın Türkiye’yi dinlemesi de mümkündür ama Putin, özellikle Azerbaycan - Ermenistan savaşından sonra Türkiye’yi bu işe karıştırmak istemeyecektir. Hatta Türkiye’yi Kazak sorununun çözümüne dâhil etmek bir yana, bu krizi Türkiye’ye, Ukrayna’dan Kazakistan’a, eski Sovyet Sosyalist cumhuriyetlerindeki rolünün sınırlı olduğunu ve çok ileri gitmemesi gerektiğini göstermek için de kullanacaktır.
Yakın zamanda Le Monde’da bir yazı yayımlandı ve Kazakistan’daki olayların Türk Devletleri Teşkilatı’na karşı çıkarıldığı söyleniyor. Yazıda, “Kazakistan Türkiye ile stratejik bir yakınlaşma yürütüyor. Kazakistan güçlü Rus ve Çinli komşularının etkisine karşı koymak için Ankara’yla giderek yakınlaşmayı tercih ediyor” deniliyor.
Kazaklar özellikle son yıllarda Türkiye’ye yakınlaşmayı denediler evet. Çünkü müttefiklerini çeşitlendirmek istediler. Ama bu krizle her şey kendi doğal mecrasına döndü. Hakem Rusya’dır, baskın ülke Rusya’dır. Dolayısıyla Türkiye’nin, Kazakistan’da kalıcı ve güçlü bir hükümet oluşana kadar bir rol oynama ihtimali yok gibi görünüyor. Ya da bir devrim olana kadar ama Ruslar Kazakistan’da buna imkân vermeyecektir. Ruslar artık bölgede kadife devrimler, Gürcistan’da, Ukrayna’da da bir devrim istemiyor. Bunların artık bittiğini göstermeye çalışıyor ama ülke gelirlerinin adaletsiz dağıtımı ve homojen dağıtılmaması Kazakistan gibi bazı ülke vatandaşlarını çileden çıkarıyor. Öyleyse gelir adaletinin sağlanması elzemdir, bunun yapılması gerekir. Bunun o bölgede gelecekteki karışıklıkları önleyeceği görüşü de hakimdir.
Geleceğe ilişkin başka ne öngörülüyor dersiniz? Tokayev cumhurbaşkanı olarak kalacak mı? Nazarbayev veya ailesi tekrar güçlenecek mi? Nazarbayev ve çevresinin marjinalleşeceği açık. Hatta ortadan kalkacak çünkü 30 yıllık bir yolsuzluk ve rüşvet düzeniyle anılıyor; çok yaşlı ve kendi çevresinde de tartışmalar var. Peki Tokayev ne olacak? Krizden faydalanıp kağıt üstünde değil, gerçek bir cumhurbaşkanına mı dönüşecek? Ya da Ruslar ve başka Kazak siyasi elitleri onun Nazarbayev’e yakın olduğunu ve halka ödün vermek gerektiğini düşünüp olaylardaki ölümlerle suçlayarak çok daha ılımlı birinin yerine geçmesi mi sağlanacak? Ruslar bunu Afganistan’da yapmıştı, böyle bir alışkanlıkları var. Yani rejimin tepesinde yaşanacak bir değişim ihtimalini de göz ardı etmemek lâzım. Peki böyle biri var mı? En azından şimdilik görünmüyor ama bunlar zaten ülke içinde oynanan oyunlar. Gazetelerde yeni cumhurbaşkanının kim olacağı tartışmalarını okuyamazsınız. Bazı sürprizler olabilir.
Kazakistan’da bir de oligarklar sorunu var herhalde. Zira hiç fakir bir ülke değil. Kişi başına düşen milli geliri Türkiye’den fazla, 12 bin dolar civarında. Ama gelir dağılımı çok bozuk ve zenginlerle fakirler arasında bir uçurum var. Sorun bu olsa gerek. Evet kesinlikle. Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Azerbaycan’da da aynı sorun var. Öyleyse bu ülkelerde de benzer bir kaos yaşanabilir. Zaten geçim sıkıntısı protestoları, küçük isyanlar bu ülkelerde de oluyor ama bastırılıyorlar ve organize değiller; yerel düzeyde kalıyorlar. Bir devrime dönüşecek boyutta değiller. Bu halk hareketlerini yönlendirecek siyasi partiler yok. Ne olursa olsun bu rejimlerin ülkenin parasını daha iyi dağıtmayı öğrenmeleri gerektiği açıktır. Petrol ve gaz gelirlerinin bir bölümünün halka verilmesi, yansıtılması gerekiyor.
Bu sorunlar çözülemez, para daha adil paylaşılmazsa uzun vadede bu protestolar geniş çaplı bir devrime dönüşebilir mi? Kısa vadede olmaz ama uzun vadede şiddetli bir bastırılmanın ardından insanların gizlice örgütlenmesi ve bir sonraki aşama için hazırlanmaları çok sık rastlanır bir şey. Bu yüzden Çinliler yönetim kriziyle ilgilenmez, ilgilenemezler çünkü Çin’in içinde de Moğolistan, Doğu Türkistan gibi farklı milletler mevcuttur. Bu krizde Çin’in konumu ne? Demir İpek Yolu Projesi’nin 2.500 kilometresi Kazakistan’dan geçiyor. Çin ve Kazakistan firmaları Kazakistan’da yakın çalışma içindeler. Hatta, ‘Kazakistan siyasi olarak Rusya, ekonomik olarak Çin’in hakimiyeti altında’ bile deniyor. Bu çok yanlış değil. Çin’in bölgede 30 yıldır çok tutarlı bir politikası var. Çinliler iktidarda kimin olduğuyla ilgilenmiyor. Yönetim krizlerine hiç müdahil olmuyorlar. Afganistan’da Karzai’den Taliban’a herkesle görüştüler. Bu onlar için sorun teşkil etmiyor. 1990’ların başından Tacikistan’daki sivil savaşa karışmadılar. Azerbaycan’da olanlarla ilgilenmediler. Çin’in politikası, uzun vadeli ağırlık gösterme, ekonomik eğilimlerle oynama ve coğrafi çekim üzerine kurulu. Orta Asya ülkeleri birer iç ülke. Denize açılmaya ihtiyaçları var. Çinliler İpek Yolu projesiyle onlara bu imkânı sağlıyor. Bu da 30 yıllık bir proje, yeni değil. Çin bunun için onlara maddi yardım yapıyor. Pek çok ülke bunu kabul ediyor ama bu yardım elbette karşılıksız değil. Çinliler demiryollarıyla, otoyollarla, ekonomik değişim anlaşmalarıyla yoğun bir jeostratejik baskı uyguluyor bölgede. Ama kesinlikle siyasi oyuna dâhil olmuyorlar.
Rus Lider Putin, Biden'ı Ukrayna krizinde alınabilecek yaptırım kararlarının ABD-Rusya ilişkilerini tamamen bozabileceği konusunda uyardı. Biden ise Putin'e Ukrayna'ya yönelik bir işgale karşı ABD ve müttefiklerinin kararlı yanıt vereceğini söyledi. Ukrayna’da yeni bir kriz bekleniyordu beklenende erken çıktı. Putin Ukrayna’da işgalin genişletilmesi konusunda şantaj yapıyor. Şantajın dozunu da arttırıyor Putin çünkü Biden’ın güçsüz olduğunu düşünüyor. Burada hata yapıyor olabilir. 1950’deki Kore Savaşı’nda da Stalin, ABD’nin Kore’ye müdahale etmeyeceğini düşünmüştü ama ABD müdahale etti. Şu sıralar Ruslar ve Çinliler, Amerika’nın zayıf olduğu, kendi içine kapandığı fikrinde. Ukrayna veya Tayvan için savaşa girmeyeceği düşüncesi çoğunlukta gibi görünmektedir. Putin bu yüzden gerilimi tırmandırıyor ve sürdürüyor. Bir başka sebep de, -ki bu gerçekten de Amerika’nın güçsüzlüğü Biden Avrupalılarla koordineli hareket etmiyor. Oysa Avrupalılar için Baltık ülkeleri ve Ukrayna kaçınılmaz olarak bir Avrupa sorunu. Avrupalılar ve Amerikalılar arasında bir uyum olmadan etkili politikalar uygulanamaz ama bu maalesef yok! NATO burada siyasi bir rol oynamıyor. Amerikalılar Avrupalıları bilgilendirmeden doğrudan Ruslarla görüşüyor. Dolayısıyla kartlar Rusya’nın elinde kalıyor. Bu Avrupalıları da Amerikalılar gibi zayıf bir konuma sokuyor.
Olanlar da Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’ye ve dolayısıyla Ukrayna halkına oluyor. Ruslar Mariupol’u işgal etti. Donbas, Herson, Luhansk tamamı ile devam edeceğe benzemektedir. Belki ABD hâlâ güçlü ama anketler Biden’a güvenin azaldığını gösteriyor. Evet, ama bu dış politikası yüzünden değil çünkü Amerikalılar dışarıyla çok fazla ilgilenmez. Biden’ın popülaritesi ABD içinde düşüyor, bu da dış politikada güçsüz olmasına yol açıyor.
Diğer bir konuya daha değinmek gerekirse; “ABD Suriyeli Kürtler için mücadele etmeyecek” bunu göstermiş oldu. ABD ve ABD öncülüğündeki bazı koalisyon güçleri, Irak’tan tamamen Suriye’den de kısmen çekildi. Çekilirken silahları Suriye’nin o bölgesindeki terör unsurlarına bıraktı. ABD’nin yerine onlar savaşıyor. Irak’ın geleceğinde ne görünüyor? DAEŞ gibi örgütler yeniden etkisini artırabilir mi? Irak bölgesel gerilimlerin içinde yaşıyor. Bir yanda Suudi Arabistan’ın başını çektiği Körfez ülkeleri etkisi, diğer yanda İran. Bu bölgesel gerilimler Irak’ın içinde Sünni - Şii, Arap - Kürt çatışmasını körüklüyor. Ortada zayıf bir Irak var. Bu yüzden farklı grupların çatışma alanı, vekâlet savaşlarının sahası olması doğal. Bu böyle devam edecek uzun süre. Öyle görünüyor. Peki ya Suriye’den ABD’nin çekilişi, Ukrayna Rusya savaşının etkisi ile Rusya politikaları ile PKK, DAEŞ gibi örgütler etkisini arttırabilir mi? ABD'nin son Suriye Büyükelçisi Robert Ford son dönemde ilginç bir açıklama yaptı, "Suriyeli Kürtler Şam Hükümetiyle anlaşmanın bir yolunu bulmalı. Şu anki özyönetim bölgesi üzerindeki kontrolleri devam edecek mi, büyük olasılıkla hayır" dedi. Beşar Esad’ın Suriye’deki konumu iyice güçlendi mi? Suriyeli Kürtlerin geleceğinde ne var? Esad hâlâ sadece Şam ve çevresini kontrol ediyor, ülkeyi değil. Amerikalıların mesajı ise açık; Şam’a karşı Suriyeli Kürtleri savunmayacaklar. Suriyeli Kürtlerden gidip Şam’la anlaşmalarını istiyorlar. Kürtler için artık mücadele etmeyecekler. Türkiye’nin de sınır ötesi harekâtlarını bu yüzden geçiştirmektedirler.
Eskiden böyle değildi. Kürtleri yoğun biçimde destekliyorlardı. Ne oldu? DAEŞ’e karşı Kürtlere ihtiyaçları vardı. DAEŞ bitti, artık ihtiyaçları yok. Amerikalılar Iraklı Kürtler için endişeli değil; çünkü bir otonomileri var. Ama Suriyeli Kürtler için mücadele etmeyecekler. Bu Türkiye’nin kaygılarını bitirir mi? Türkiye haklı olarak Suriyeli Kürtlerin bir bölümünü PKK’lı olarak görüyor. Peki, son gelişme ne demek? Yani F16’ların Türkiye’ye satışı gerçekleşirse, Amerika açık olarak PKK’yı desteklemeyeceği mesajını veriyor demek. Dolayısıyla Türk Hükümeti için olumlu bir gelişme. Evet, Amerika, Rusya Esad’la ilişkileri sürdürecek ve Suriye’yi dizayn edecekse, Türk hükümetinin de işleri yoluna koymak için artık Esad’la bir anlaşma yoluna gitmesi, masada olması gerekiyor.
Gerginlik ve karşı tutum politikalarını geride bırakıp, yeni politikalarla yeni ufukları açmak denemek zorunda görünüyor. Bunun güney sınır güvenliği için olmazsa olmazların içinde yer aldığının farkındadır, yine de, “Türkiye yeni müttefikler bulmak zorundadır.” Doğrusu budur ve her zaman buna imkan vardır. Çünkü ülke politikaları her an değişebilir ve Türkiye o bölge için önemli bir ülkedir.
Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Suudi Arabistan ile de yeniden ilişkileri düzeltiyor. Yakın geçmişte BAE Prensi Zayed El Nahyan Türkiye’ye geldi. Bütün bunlar Türkiye ve bölge için ne anlama gelir? Ankara’nın Müslüman Kardeşler’i destekleme, Katar’la müttefik olma, Mısır’ı, Birleşik Arap Emirlikleri’ni ve Suudi Arabistan’ı karşısına alma politikasını yumuşattı ve hatta bıraktı. Yürümedi bu politika ve yalnızlaştı. Burada demokrasi, adalet ve haklılıktan ziyade büyük güçlerin bu ülkeleri kendi hesaplarına dizayn etme politikaları etkili olmuştur. Türkiye’nin bu politikayı sürdürmek için zaten etkin araçları yoktu; kimseyle savaşa giremezdi ancak açık söylemek gerekirse bu zaman zarfında yalnızlıktan aldığı güçle askeri varlığını ve teknolojisini güçlendirdi. Bölgenin güçlü bir ülkesi durumuna geldi. Bunu terörle mücadele harekatlarında, Ermenistan - Azerbaycan Karabağ savaşında ve son dönem Ukrayna - Rusya savaşı arabuluculuğu ve tahıl koridoru politikalarında göstermiş oldu.
Türkiye şimdi bütün bölge güçleriyle yeni bir bölgesel denge arayışında. Peki, yeni Osmanlıcılığın Ortadoğu’da bir Türk etki alanı yaratma stratejisi bitti mi? hayır şimdilik öyle görünüyor ama Türkiye’nin Azerbaycan’dan Suriye’ye uzanan, kendi sınırlarını önceleyen bir vizyonu var ve artık Arap dünyasında büyük hırsları olamaz. Bir kaç yıl önce çatışan Katar, Türkiye, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi aktörlerin artık görüştüklerini ve bölgesel denge aradıkları görülmektedir. Ankara bu yeni durumdan ekonomik olarak da faydalanabilir mi? Dolar, Euro ikiye katlandı, enflasyon hızla yükseliyor. Ankara’nın büyük bir bölgesel politika için gerekli enstrümanları zaten yoktu. Ancak SİHA’lar ve son dönemde geliştirdiği askeri araçlar aracılığıyla müttefiklerine askeri avantaj sağlaması elbette önemli. Ama sadece ekonomik kriz yüzünden değil, daha önce de bu büyük Ortadoğu politikasını sürdürecek enstrümanlara sahip değildi. Bu enstrümanları oluşturmakta geç kalmış gibi görülebilir ancak arayı kapatmaya devam etmektedir. Gücüne güç katmaya da... Bu dönemde içinde bulunduğu gruplardan destek alamamış ve askeri enstrümanları kendi imkânlarıyla oluşturma zorunluluğunu anlamıştır ve hızlı bir hamle ile oluşturmuş ve belli mesafe almıştır.
Sınırlarının güneyinde NATO’da birlikte olduğu ülkelerinde içinde bulunduğu ve oluşturmaya çalıştıkları devlet konusunda tepkisel politikalarına, Türkiye ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasının defalarca hatırlatılmasına rağmen aynı ülkelerin terör örgütlerine desteklerine devam ettikleri bilinmektedir. Dolayısıyla Türkiye hem ekonomisi, hem de dış politikası için yeni müttefikler ve dengeler bulmak, uzun süreli çatışmalardan kaçınmak zorundadır. Yeni diplomatik açılımı açıklayan şey bu denilebilir. Türkiye de bir erken seçim beklentilerinin gölgesinde seçim sürecine girilmiştir. Avrupa ve Türkiye’deki seçim sonuçları hakkında bir tahmin yapılıyor mu? Türkiye iç politikaları hususunda uzman değiliz ancak, Avrupa’dan Türkiye’nin görünümü değerlendirilebilir. Anketlerin yakın geçmişte yönetimin popülaritesinin düştüğünü gösterdiği ancak son siyasi ve ekonomik tedbirlerle toparlandığı, Avrupa’da da konuşuluyor tabii. Dolayısıyla iktidar seçimleri öne alma kararı alsa bile bunun sonuçları çok fazla etkilemeyeceği düşünülebilir, aynı zamanda, tam şimdi ya hep ya hiç deme zamanı diye de düşünülebilirdi. Ama öyle de değil. Türkiye’deki deprem felaketi, yolunda gitmeyen ekonomiyi daha da sarsacağa benzemektedir.
Yakın geçmişte yaşanmıştı, Fransa’da Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın 1997’de yaptığı gibi Ankara yanlışa düşmeden süreci idare etmek durumundadır. Süre çok kısa olduğu için enflasyonun etkilerinin hissedilmesinden başka bir gelişme sağlamayacaktır. Son dönemde Türkiye’deki iktidarın Azerbaycan’a Dağlık Karabağ’da desteği, Ukrayna-Rusya çatışmalarındaki dış politikası ve arabulucu pozisyonu, tahıl koridoru, enerji politikalar yurt içi ve yurt dışında popülaritesini arttırdığı görülüyor. Fransa’daki durumu özetlemek gerekirse? Chirac, 1997’de çok güçlü olduğunu düşünüp seçimlere gitmek için parlamentoyu feshetti, 1998’deki seçimleri bir yıl öne aldı. Bahis oynadı ama kaybetti. Ancak Fransa, Türkiye iki farklı ülke, iki farklı halk. Türkiye de bu durum oluşmamıştır. Gelecek bu kısa süreçte durum değişebilir ve değişiyor da. Avrupa’nın bu konudaki öngörüsü ne? Avrupa; daha çok Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle derinleşen, Avrupa’da ve Türkiye’deki ekonomik krize odaklanmış durumda. Bunun dışında bir öngörüye sahip değildir. Avrupa 2023 seçimlerinden sonra Türkiye ile ilişkilerini ve yeni politikalarını gözden geçireceğe benzer şekilde beklemededir.
Seçimlerden muhalefetin olumlu sonuç alması durumunda Avrupa, ABD Türkiye’nin yönetimine dolaylı olarak karışır mı? Yönlendirmeye çalışır mı? O vakit görülecektir. Ancak Avrupa, ABD bu bekleme durumunda iken, Türkiye İktidarı ve muhalefeti ile yeni nükleer enerji santralleri, doğalgaz, petrol gibi yeni enerji üniteleri, orta ve uzun menzilli nükleer silahlar, yeni uydular ve uzay araçları ile rampalara sahip olabilir. Kendine yetebilen, refah düzeyi yükselmiş, gelirlerin eşit ve adil dağıtıldığı bir Türkiye’ye kavuşabilmek dileğiyle.
Sağlıklı ve mutlu nice yıllara.