Son yılların Asya modellerinden gösterilen gelenekçi ve dayatmacı ekosistemler yerine, katılımcı sistemlerin ve genel nüfusa kadar yaygınlaştırılmış, toplumun her kesiminin yönetime, üretime ve tüketime katılımını sağlayan, devletin ve kurumların paylaşımcı sistemin lokomotifi olduğu bir ekonomik yapının uygulanmasının gerektiğinin anlaşılmasıdır.
Bir önceki yazımda belirttiğim üzere, yeni bir ekonomik model olarak tanıtılan, “döngüsel ekonomi” tanımlarından yola çıkarak dünyadaki gelişmeler değerlendirildiğinde; son yıllarda üretim kaynaklarının yaygılaşması, kaynakların etkin kullanımı, doğa ve doğal kaynaklar bazında çevre yönetim sistemleri, kaynak ve doğal kaynak üretim ve tüketim süreçleri gibi sistemlerin geliştirilip uygulanması ile çeşitli yasal sınırlar getirilerek ön plana çıkarıldığı düşünülebilir.
Bugüne kadar öğrendiğimiz, üzerinde ve içinde çalıştığımız ekonomi ve iş modellerinin inovasyon anlayışı ile yeniden tanımlanması artık, “alışık olmadığımız gibi” üretme ve tüketme dönemlerinden geçmekte olduğumuzu göstermektedir.
Döngüsel ekonominin rüzgârı ile hızla tüm sektörlere yayılan paylaşım ekosistemleri ise bu akımın en istilacı örneği olarak öne çıkmaktadır. Paylaşım ekosistemi değerleri, “şirketlerin üretip insanların tükettiği” modellerin yerine, “herkes üretir ve herkes kullanır” modelini ortaya koyabilmektedir.
Çalışmada döngüsel ekonomi etkileşimleri çerçevesinde; Airbnb (bir tek oteli olmayan oteller zinciri) Uber (taksisi olmayan taksiler zinciri) vb. örnekler üzerinden paylaşım ekosistemi uygulamaları incelenmiştir. Bu doğrultuda ekosistem analojisinden hareketle yaygın olarak görülen paylaşım ekosistemi ile bu ekosistemlerin paydaşları irdelenerek paylaşım ekosisteminin kavramsal açılımı ortaya konulmuştur. Ancak dünya üzerinde bu sistem bir kaç Asya ülkesi dışında halen politik tercihler yüzünden tüm unsurları ile uygulanmamış ve genişletilememiş hatta bazı ülkelerde belli grupların tekelinde kalmıştır.
Uber, Microsoft, Amazon, Alibaba Türkiye’de Trendyol, Hepsi Burada vb.’lerinin paydaşları bulunmakla beraber gücü paylaşmamak tercihi nedeniyle sistem piramidin tepesine hitap etmektedir. Genişledikçe, büyüdükçe, geniş halk yığınlarına yaygınlaştırılması yerine, gelirleri tek elde, toplanmaktadır. Buna halkın deyimi ile kaymak tabakasının azınlık bir grup, şirket veya kuruluş tarafından elde edilmesi gibi de denilebilir.
Katılımcı ekosistemin yapısı gereği orta ve küçük yatırımcıların devletler/hükümetler tarafından desteklenmesi gerekirken, siyasi ve politik tercihler nedeniyle alanın sermaye sahiplerine bırakılması ile yeni sömürü düzeni son dönemlerde bu şekilde kurulmaya çalışılmaktadır.
Üretim araçlarının tekeli, Katılmamakla birlikte, nükleer enerji ve bu sistemlerin kurulması, uzun menzilli nükleer başlıklı silahlar veya füzelerin belirli ülkelerin tekelinde bulunması ve diğer ülkelerin engellenmesi, bu güne kadar insanların/Ülkelerin, liderlerin paylaşımcı bir ekosistemin tüm dünyada yaygınlaştırılamadığını ortaya koymuştur. Bunun sebebi herkesin bildiği gibi ekonomik gelirlerin tek elde tutulması paylaşılmaması ve gücü paylaşmama ve elde tutma çabalarıdır.
Gelirin paylaşılması, gücün paylaşılması anlamına geldiği için bu finansal güce sahip olan Ülkeler/şirketler ve bazı çevreler kararlarını güce sahip olmak, gücü elde tutarak paylaşmamak ve çok güçlenmekten yana kullanmaktadırlar. Bu güç öylesine önemli bir noktaya gelmiştir ki yeni bir teknolojiyi bir başka ülke, şirket veya kuruluşla paylaşmak gücü paylaşma durumuna getirmektedir. Uluslararası satışı yapılan askeri veya teknolojik araçlar ve ürünlerin yazılımı veya bir kısım teknolojik verileri satın alanla paylaşılmamaktadır. Bu da Ülkeler ya da firmalar açısından teknolojik bağımlılığı beraberinde getirmektedir.
Teknoloji ve yazılım gelişmesine ve endüstri 4.0’dan bahsedilmesine rağmen, teknolojiyi elde tutma ve kullanma alanında, gelişmiş ülkeler ile az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler arasında makas hayli açılmıştır. Dünya teknoloji satan ve teknoloji satın alan ülkeler olarak bölünmüş durumdadır. Genel olarak ABD, Rusya, Çin ve Avrupa ile diğer Asya ülkelerinden bazıları üreten, diğerleri ise satın alan konumundadırlar.
Araştırmacı yazar Prof. Dr. Dennis Meadows ve ekibi tarafından proje amaçlı yapılan akademik araştırmada, ‘doğal değişim’ adıda verilen doğal kaynakların ölçülü kullanılması korunması, aksi halde kuraklık ve iklimsel değişmelerin dünya nüfusunu besleyemeyeceğini belirterek, tüm dünyada doğal kaynakların tüketimi ve korunması projelerinin en kısa sürede ülkeler ve hükümetler bazında uygulamaya konulması gerektiğini belirtmiştir.
Ancak 50 yıl önce; ekonomik ve askeri gücü elinde bulunduran, ülkeler ve liderlerin doğal kaynaklar, özellikle yenilemeyen doğal kaynaklar konusunda dikkatleri çekilmesine rağmen tüm insanlığı huzursuz kılan, bolluk içinde fakirlik, çevre bozulması, kurumlara olan inancın yitirilmesi, kontrolsüz kentsel genişlemeler, iş güvensizliği, gençliğin kavramlara, ailelerine ve topluma karşı yabancılaşması, geleneksel değerlerin reddi ve enflasyon ile diğer parasal ve ekonomik çöküntüler gibi çeşitli sorunları çözmek yerine yine siyasal/politik tercihler nedeniyle erteleme devam etmektedir.
Nüfus ve kaynaklar konusunda yapılan araştırmanın birinci evresi, uluslararası bir ekip tarafından, Volkswagen Vakfının finansal desteğiyle, Prof. Dennis Meadows’un yönetiminde yürütülmüştür. Bu araştırma ekibi, gezegenimizde ekonomik büyümeyi belirleyen ve bunun sonucu olarak da onu sınırlayan nüfus, tarımsal üretim, doğal kaynaklar, sanayi üretimi, çevre kirlenmesi ve bozulması gibi beş temel öğeyi incelemiştir.
Prof. Meadows’un önderliğinde çalışan Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) ekibinin başlıca görevi, nüfus artışı, gıda üretimi, sanayileşme, doğal kaynakların tüketimi ve çevre kirlenmesi gibi bu temel etkenler arasındaki bağlılığı ve karşılıklı etkilenmeyi bir dünya sistemi içinde ortaya koymaktır. Araştırmanın nihai sonucu şöyle özetlenebilir; dünya nüfusu bugünkü hızla artmaya devam ederse, sanayileşme ve ekonomik büyüme hızı temposunu korursa, insanlığı besleyecek yeni gıda kaynakları ve üretim mekanizmasını sürdürmeye olanak sağlayacak yeni doğal kaynaklar bulunmazsa ve çevrenin kirlenme ve bozulmasına çare bulunmazsa, insanlığın yeryüzündeki ömrü yalnızca bir kaç yüzyıldan ibaret olacaktır.
Buradan şu çıkarım yapılabilir mi?
Dünya 4,5 milyar yıl yaşında, insanlık tarihi yaşının da Urfa’daki ‘Göbekli Tepe’nin kültürel geçmişi de değerlendirildiğinde 8.000 yıl olduğu düşünülürse dünyanın kaç doğal ve ekonomik devir geçirdiğini bilmek şu an mümkün değildir. Ancak doğanın ve doğal kaynakların ve ekosistemlerin bu kadar bozulduğu ve talan ekonomisinin uygulandığı bir süreci, yeni bir jeolojik devirle daha geride bırakacağını kestirmek zor değildir. İnsanoğlunun bu siyasi, politik ertelemelerin ekosisteme verdiği zararların kısa sürede farkına vararak, gerekli ve yeterli önlemleri alması yerinde olacaktır.
Diğer taraftan bir saptama yapmak gerekirse; ön yargılarımızdan, ezberlerimizden daha önemlisi, değişimin kendisi ve neredeyse kusursuzca yapılabilen dünya kupası organizasyonudur. Yoğun liglerin ve kupa finallerinin ardından 38-40 derece sıcaklıkların yerine Kasım - Aralık aylarında da dünya kupasının yapılabildiğini hep birlikte görmüş olduk.
Bir çekince ile bakılan Katar sanıldığının aksine beklentilerin üzerinde işe ve disiplinli bir organizasyona imza atmıştır. Futbol sadece belli ülkelerin ve coğrafyaların değil dünya sporu olduğuna bir daha tanıklık edilmiştir. Her zaman favori takımlar, ülkeler değil, sürpriz ülkeler ve takımlarda çıkarak, bizde buradayız mesajı vermişlerdir. En önemlisi; Arjantin’in şampiyonluğu ile sonuçlanan bir dünya kupasını da geride bırakırken, milyonların seyrinde gerçekleşen ve oynaması, yönetmesi, izlemesi, tanıklık etmesi bir ayrıcalık olarak tarihe geçmiştir.
Sonraki dünya kupasında Türkiye’nin de yer almasını umut etmekle birlikte, nice mutlu yıllar dileğiyle, sağlıkla kalın.