Adı Bende Saklı

Erdal Küçükşehir

Başlık her ne kadar Sezen Aksu’yu çağrıştırsa bile içinde bulunduğumuz ekonomik duruma dair her kafadan ayrı bir ses çıktığı günümüzü anlatıyor. İsmini koymakta zorlandığımız ama pazarda ıspanağı 10 liralık etiketle görünce inanamayıp bir de sorduğumuz günleri yaşıyoruz. Çalışma hayatım boyunca 1994 krizi de dâhil 2001 ve 2008 krizlerini yaşadım. Bu sefer sanki daha farklı daha karmaşık daha çok bilinmeyeni olan bir sorunumuz var, ya da ben yaşlandığım için öyle görüyorum.

İş dünyasına dokunsanız bin ah işitiyorsunuz. Onların sorumlu tuttuğu bankalara sorsanız aynı derecede dertliler. Esnaf iş yok diyor, güven endeksleri düşüyor, işsizlik rakamları ise adeta alarm veriyor. İster resesyon diyelim, ister hükümetin kullandığı dengeleme dönemi tabirini kullanalım, isterseniz kriz diyelim. Ortada halk tabiri ile bir cenaze var ve kalkması gerekli.

Türkiye Odalar Borsalar Birliği’nin organizasyonu ile 2 yıl aranın ardından Türkiye Ekonomi Şurası gerçekleştirildi. Sayın Cumhurbaşkanımızın katılımlarıyla gerçekleşen toplantıda iş dünyasını temsilen her bölgeden bir temsilci taleplerini iletti. Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve ekonomi yönetimini oluşturan 7 bakan bu taleplere ait notlar aldılar. Hak edişlerin ve KDV iadelerinin devlet tahvili ile ödenmesi, KDV sisteminin revizyon edilmesi, teşvikler, yerli malların desteklenmesi, SGK primlerinin ertelenmesi, tarımsal girdilerin kontrolü gibi bir çok talepleri oldu.

Ana eksende çoğunlukla iş dünyası kredi kaynaklarına ulaşamamaktan şikâyet ediyor. Kısaca, “Alıştığımız düzen devam etsin, ucuz ve uzun vadeli kredi bulalım” derdinde. Bankacılık sistemi ise özet olarak, “Ben verebileceğim kadarından fazlasını verdim, riskleri taşımaya halim kalmadı, artık ucuz finansman bulamıyorum” diyor. İşin doğrusunu isterseniz şu ortamda iş dünyasının tartışması gereken konular verimliliği ya da duran kaynakların nasıl sermayeye dönüştürebileceği, alacaklarının vadesinin nasıl düşürebileceğini olmalı ama olmuyor. Kolay ve hızlı para kazanma isteği ile gün geçtikçe kaybolan ticaret ahlakı da ayrı bir konu başlığı. Kolaycılığa kaçarak bankalardan bizlere uygun kredi vermesini istemeye devam ediyoruz. Bankacılık bu istekleri ve talepleri nasıl karşılayacak önümüzde ki süreçte göreceğiz. Benim tahminim ülkemiz tasarruf ve yatırım alışkanlıklarını değiştirmedikçe bu sorun kolaylıkla çözülmeyecek gibi görünüyor.

İhracat rakamları ve düşen cari açığımız şu günlerde tek tesellimiz. Ancak ihracat pazarlarımızın daralacağı ve birim başına ihracat fiyatlarımızın düşme eğiliminde olduğunu biliyor muyuz? 2019’un zor bir yıl olacağını kabul etmekle işe başlamalıyız. Fed faiz artırımlarına ara vermiş ise biliniz ki ufukta bir fırtına görmüştür. Buna Avrupa Merkez Bankası’nın söylemlerini de eklersek küresel bazda işler iyiye gitmeyecek. IMF’nin, Dünya Ekonomik Görünümü Güncellenmiş Raporu’nda büyümenin düşeceği, Amerika-Çin eksenli ticaret savaşının etkilerinin daha fazla hissedileceği, bunun gelişmekte olan ülkelere etkilerinin sanılandan daha fazla olacağı yazıyor.

Şunu açıkça söylemekte fayda var: İçinde bulunduğumuz süreci atlatmak sadece döviz kurlarının ya da faizlerin düşmesi ile mümkün değil. Bunlar sadece algıda düzelme yaratabilir ancak sorunlarımızın kalıcı çözümü için söylemden öte götüremediğimiz yapısal reformları yapmamız gerekiyor. Bakınız soğan fiyatlarının artması sonucu ithal soğanda vergiyi kaldırıyoruz veya et fiyatları artmasın diye ithal et getiriyoruz. Sonra bakıyoruz ki talep düşmüş depolar dolmuş yerli besicinin malları elde kalmış bu sefer et ihraç edecek pazar arıyoruz.

Ekonomik modelimizin gözden geçirilmesi ve yapısal reformların hayata geçirilebilmesi için yerel seçimler sonrasında 4 yıl seçimin olmadığı bir süreç yaşayacağız. Temenni ederim ki bu süreyi daha sağlam ekonomik temeller üzerinde yükselen bir modeli hayata geçirmekte kullanırız. Aksi halde küresel ekonomik büyüklüğün 3 katını aşan bir borç rakamı ile şişirilen dünya ekonomisi bizim gibi finansman ihtiyacı olan ülkelere daha çok krizler yaşatır.

İlk yorum yazan siz olun