Kronikleşen Sorunumuz

Erdal Küçükşehir

Türkiye İstatistik Kurumu geçtiğimiz perşembe günü 2016 yılına ait Türkiye’nin istihdam ve işsizlik rakamlarını açıkladı. Üzülerek söylemeliyim ki 2012 yılından bu yana geçen süre içerisinde her yıl artan bir işsizlik problemi ile karşı karşıyayız. 2008 küresel krizinin ardından 2009 yılında %13’ü geçen ancak uygulanan isabetli politikalar sayesinde 2012 yılında % 8.4’e kadar düşürdüğümüz işsizlik oranımız 2016 yılını % 10.9 gibi bir rakamla kapattı. Burada üzerinde düşünülmesi gereken sorun son 4 senedir işsizlik rakamlarının her yıl artması.

Bunun küresel bir sorun olduğunu biliyorum. Bu konuda Birleşmiş Milletler raporları var ancak genç nüfusun işsizlik rakamlarına baktığım zaman acilen bir şeyler yapılması gerektiği ortaya çıkıyor. Zira işsizlik rakamları sadece bir ekonomik veri olmanın çok ötesinde toplumsal bir mesele.

Bugün neredeyse tüm dünyada aşırı uçlara kayan söylemlerin siyasette etkin rol oynamasında sizce 2008 küresel krizinden sonra ortaya çıkan işsizliğin ve bozulan sosyal adaletin hiç mi etkisi yok? Geçtiğimiz yıllarda işsizliğin gerek ekonomik gerekse sosyolojik anlamda bu seyriyle gittiği takdirde büyük bir tehdit olarak karşımıza çıkacağını belirtmiştim. Özellikle genç işsiz nüfusun Avrupa’da siyaseti nasıl şekillendirdiğini son 3 yıldır görme imkânı buluyoruz.

2016 yılında % 10.9’a çıkan işsizlik rakamımızın detaylarına bakalım. Bir önceki yıla göre resmi olarak 273 bin kişi daha artarak 3 milyon 330 bin iş arayan insanımız var. Erkeklerde % 9,6 olan işsizlik oranı kadınlarda % 13,7. Bana göre işsizlik meselesinin en önemli unsuru olan genç nüfusun işsizlik (15-24 yaş arası) oranı neredeyse % 20’lerde. 2016 yılında istihdamı 584 bin kişi artırdığımız halde işsizlik rakamlarının yükselmesi gösteriyor ki Türkiye işsizlik sorununa kalıcı çözüm üretmek istiyor ise her yıl 1 milyona yakın insanını işgücüne katma zorunluluğu var. Bunu gerçekleştirmemiz durumunda bile ancak mevcut rakamın daha da artmasını önler düşmesini sağlayamayız.

İstihdam yapımız bu konuda bize ışık tutuyor. Tarım sektörü çalışanların neredeyse % 20’sine sahip. İnşaat sektörü % 7,3, hizmetler sektörü ise % 53,7 paya sahip durumda. Sanayi sektörünün oranı ise % 19,5. İşin acı tarafı yıllardır sanayi sektörünün istihdam içerisindeki payı düştüğü halde burada ne sorun var oturup hiç tartışmadık. Bugün bile hala ekonomik olarak borsa endeksi döviz ve faiz üçgenini tartışmaya tam gaz devam etmekteyiz.

Bölgelerin işsizlik rakamlarına baktığımız zaman TRC3 (Mardin, Batman, Şırnak, Siirt) de işsizlik oranı % 28,3. İstihdama katılım oranı en yüksek bölgemiz ise % 57,9 ile TR21 (Tekirdağ, Edirne, Kırklareli).

Hükümet bu yılın sonunda işsizlik rakamını % 10’un altına düşürmeyi hedefliyor ve bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımız öncülüğünde bir İstihdam seferberliği başlatılmış durumda. Gelin görün ki sanayi sektörü yatırım oranlarına bakıldığında bunca teşvik paketine rağmen neden üretime yönelik yatırımların artmadığı gibi başka bir sorunla karşılaşıyoruz.

Sorun hepimizin sorunu ve ülkemiz için bir tehdit. Oysa yukarıdaki rakamlar size bu kronik sorunun çözümünü kolayca vermeli. Tarım ve Sanayi gibi doğrudan üretime katkı yapan sektörlerde işsiz kalanları istihdam deposu haline getirdiğimiz hizmetler sektörüne kaydırmak bize tüketime dayalı bir büyümeden başka bir şey kazandırmadı.

İşsizliği kalıcı olarak çözmemiz için üretim ve yatırıma dayalı bir seferberliğe ihtiyacımız var. Üretime dayalı sürdürülebilir bir büyüme politikası ve kalkınma modeli geliştirmek zorundayız. İşsizliğin panzehiri daha rekabetçi üretimdir. Büyük Türkiye hedefine giden yolda bu gün ülkemiz sanayiciye ve üretime dünden daha çok ihtiyaç duymaktadır.

İlk yorum yazan siz olun