Ne diyeyim nasıl diyeyim bilmesem de bunca yaşanan acıların unutulup gitmesi inanın zoruma gidiyor. Üstelik kimsenin sorumluluk almadığını herkesin bir diğerini suçlayarak vicdanını rahatlatmaya çalıştığını toplumun birkaç günlük şoktan sonra hiçbir şey olmamışçasına hayatına devam ettiğini gördükçe söyleyecek söz bulamıyorum.
İçimden bir şey söylemek veya yazmak gelmese dahi kaybettiğimiz canlara karşı sessiz kalmamak adına bu satırları kaleme almak istedim. 6 Şubat sabahı yaşanan deprem sonrası bölgeye baktığımda gözümün önüne 1999 Gölcük Depremi sonrası yaşadığım hatıralar geldi. Yalova’dan, Adapazarı’na kadar gördüklerim, duyduklarım ve yaşadıklarım hâlâ gözümün önünde iken 24 koskoca yıldan sonra aynı manzaraya tanık olmak hakikaten bir travma.
Bu ülkenin yaşanan hiçbir acıdan gereken dersi çıkarmadığını çıkaramadığını, bilime inat bildiğini yaptığını, siyasetin ve iş âleminin ilişkilerinin yasa ve yönetmeliklerin önüne geçtiğini, kanun çıkarmakta üstümüze yokken denetlemede nasıl sınıfta kaldığımızı bu gün bir kez daha yaşamak zorunda kaldık. Şimdi not düşmesem 30 yılı şantiyelerde inşaatlarda geçen biri olarak çocuklarıma ve torunlarıma bu günleri izah edemem.
“Acımız taze şimdi zamanı mı?” diye de kendime sormadım değil. Ama aklıma Soma, Ermenek ve arkasından Amasra geldi. Oysa Soma’dan sonra neler söylendi, ne yönetmelikler değişti, ne sözler verildi ama Amasra’da değişen bir şey olmadığını yine acılar yaşayarak gördük. Oysa 17 Ağustos’tan bir yıl önce Adana’da bir büyük deprem yaşamış 146 canımızı toprağa vermiştik. 17 Ağustos’tan sonra Kaynaşlı depreminde 750’den fazla insanımızı kaybettik. Haftalarca orada seyyar mutfakta konteynerlerde yaşananlara şahitlik ettik, konuştuk, tartıştık ve yönetmelikler çıkardık. Ardından Van’da, Elazığ’da ve İzmir’de yine canlarımızı toprağa verdik.
Bu sefer depremin vurduğu coğrafyanın büyüklüğü ve şiddeti karşısında ortaya çıkan tabloyu görmeyen birine anlatmanın imkânı yok. Hele Hatay’ı, Adıyaman’ı, Kahramanmaraş’ı görünce zaten kelimelerle söylenecek bir şeyinde kalmadığını anladım. Binalardan artakalan o moloz yığınları sanki ahlaksızlığımızı, aç gözlülüğümüzü, hatır gönül muhabbetle çözdüğümüz işleri yüzümüze vuruyordu. Üstelik en çok gereksinim duyulan ilk 24 saat içerisinde altyapı çökmüş, haberleşme imkânları yok olmuş “Bizimle bağlan hayata” sloganları iflas etmiş durumdaydı. 24 sene sonra bir kez daha aradığımıza ulaşamazken sizi arayanlarında ulaşma imkânları yoktu.
Sayfalarca yazılacak eksik problem ve acılar var. İnsan kendi kendine, “Keşke hiç şahit olmasaydım şu manzaraya” diyor ama gelecek kuşaklar adına o manzarayı gören herkesin tarihsel bir sorumluluğu var. Bu aziz milletin ne denli vefakâr olduğunu da orada görüyorsunuz, tam aksine içimizde ne derece insanlığını kaybetmiş mahlûkların da var olduğunu. Ayağında terliğiyle o soğukta, “Ben istemem başka bir ihtiyacı olan alsın” diyecek kadar onurlu ve ahlâklı insanlara şahitlik ederken kendi üzerinizdeki giysilerden utanıyorsunuz.
Deprem nasıl ki bu coğrafyanın bir gerçeği ise bu denli büyük bir yıkım kabul edilebilir değil. Yönetmeliklerin kâğıt üstünde kaldığını, denetimlerin adet yerini bulsun diye yapıldığını, alüvyon bir arazi üzerine 15 kat imar verildiğini, afların fırsata çevrildiğini, yan yana iki bloktan biri dururken diğerinin kolon tahribatı sonucu nasıl enkaza dönüştüğünü ve betonun içerisinde çam kozalaklarının bile olduğuna şahitlik ettik.
Ebediyete uğurladığımız binlerce insanımıza karşı en azından her birimizin gördüğü yanlışları söyleme sorumluluğu var. Bunu bir dostun acı sözü kabul edin. Orada günlerdir Allah rızası için ter döken, evinde gözyaşı döken, gidemediği halde kalbi orada olan ve o küçücük kalpleriyle oyuncağını yollayan çocuklarımıza karşı bir sorumluluğumuz var. Deprem ülkesinde yaşayıp tedbir almamanın bedelini ödedik. Geçmişi çabuk unutmanın bedelini ödedik. Her felaket sonrası, “Bunu milat kabul ediyoruz” denilip hiçbir şey yapmamanın bedelini ödedik.
Lütfen bu sefer bari kolektif akılla doğru işi yapalım. Kentlerimizi siyasetin değil şehir plancıların, mimarların, tam bağımsız denetim şirketlerinin sorumluluğunda inşa edelim. Kentsel dönüşümün aynı bölgede daha gösterişli ve çok katlı binalar yapmak olmadığını, arazi koşullarının ve zeminin ilk dikkate alınacak unsur olduğunu unutmayalım.