Bir ekonomi gazetesinde yer alan küçük bir yazı dikkatimi çekti. Başlık Korumacılık Yükselişte diye atılmıştı. Ekonominin belki de en sevdiğim yanı bu. Belki içinde biraz matematik biraz istatistik var ama kesin konmuş kuralları hiçbir zaman yok. Teorilerin çöktüğünü iktisadın temel kurallarının işlemediğini yaşayarak öyle güzel öğretiyor ki size.
Korumacılık sözcüğünün ekonomik karşılığı ithal ürünlere karşı getirilen çeşitli yaptırımlar (kota, ek vergi, katlı kur uygulamaları, sübvansiyonlar v.b.) vasıtasıyla devletler arasındaki ticareti kısıtlayan ekonomik politikalardır. Bizim yabancısı olduğumuz bu uygulamaları İngiltere 1800’li yıllarda uygulamaya başlamıştı. Oysa o yıllarda dünyanın ilk sanayileşen devletiydi ve kendine lazım olan hammaddeyi sömürgelerinden karşılıksız tedarik etme gücüne sahipti. Bunu Avrupa’da bazı devletler ve ABD takip etti. Birinci dünya savaşı sonrasında 1920’lerde dünyanın geri kalanları bu kısıtlamaların kaldırılması için baskı yapsa bile konferanslar düzenleyerek oyalanmaya devam ettiler.
1929 Buhranı sonrasında ise korumacılık daha da yaygınlaştı. Büyük devletler kendi para birimlerinin geçerli olacağı ticaret bölgeleri kurdular. İkinci dünya savaşı sonrası oyunu kuranların aklına barış ve refahın sağlanması geldi birdenbire.Sonrasında korumacı politikaların bırakılması hedef olarak belirlendi ve 1947 de ilk gümrük tarifeleri ve ticaret genel anlaşması imzalandı.
Dünya ekonomisinde bu gün itibarı ile sözde serbest ticaret ilkesi genel olarak kabul görmüş durumda.Ya pratikte neler olup bitiyor.Dünya Ticaret Örgütünün raporuna göre G20 ülkeleri Ekim 2015-Mayıs 2016 döneminde 2008 krizinden bu yana görülen en hızlı tempoda korumacı ticaret önlemlerini uygulamaya koymuşlar.Belki de küresel ticaret niye küçülüyor sorusuna cevabı burada aramak lazım.Zaten raporda küresel ekonomide kalıcı hale gelen yavaş büyümenin bu politikalarla daha da kronik bir hal alacağına vurgu yapılıyor.
2008 sonrası yapılan ilk G20 liderler toplantısında hep bir ağızdan 1930’larda yapılan hataları tekrar etmeyeceğiz ticaretin önündeki engelleri kaldırmayı taahhüt etmişlerdi. Fakat Yine Dünya Ticaret Örgütünün raporuna göre G20 üyesi ekonomiler uygulamaya koydukları 1583 ticaret sınırlamasının sadece 387’sini 2008’den bu yana kaldırdılar. Bu yetmez gibi 2015-2016 Mayıs dönemimde 145 ek koruma önlemi daha aldılar.
Birçok örnek vermek mümkün ama sadece çeliği ele alalım. Çin hükümetinin büyük ısrarlarına rağmen ABD çelik endüstrisindeki koruma önlemlerini kaldırmıyor. Bu Amerika’nın çelikte dünyada rakipsiz olmasının belki de en büyük sebebi. Zaten bu koruma uygulamalarının % 40’tan fazlası çelik ve metal ticaretiyle ilgili. Az gelişmiş veya gelişmekte olan bir ülkenin talebi ithal mallardan yurtiçine kaydırmak suretiyle hem milli gelire hem istihdama olumlu etki yapmasını sağlamak ve yatırımları teşvik etmek amacıyla korumacı tedbirler almasını anlayabiliriz ancak bugün pratikte en çok koruma duvarına sahip olanlar en gelişmiş ülkeler. Özellikle anti damping uygulamaları aracılığıyla oyunu kuranlar oyunun içerisinde kuralları değiştiriyor ve faturayı dünyanın geri kalanı ödüyor.
Başa dönecek olursak bildiklerimiz dünya ticaretinde hızla değişiyor. İlkesel olarak kabul görmüş olan serbest ticaretin geleceğini kestirebilmek mümkün değil. Bugün Türkiye de birçok sektörün ihracat rakamlarına baktığınızda yaşanan gerilemenin altında yatan temel sebeplerden biride bu korumacı politikalar değil mi? Yıllarca uğraşıp müşteri bulduğunuz pazara mal satarken her bir siparişinizde farklı gümrük vergileriyle karşılaşma olasılığınız çok yüksek. Ülkenizin o ülkelerle Serbest Ticaret Anlaşmaları yapmasının da pek önemi yok.
Çünkü oyunu kuranların insafına kalmış bir dünya ekonomisi var ortada.