Türkiye İstatistik Kurumu 2016 yılına ait “Gelir ve Yaşam Koşulları” başlıklı araştırmasının sonuçlarını geçtiğimiz haftalarda kamuoyu ile paylaştı. Veriler ışığında değerlendirecek olursak birçok detaya girmek mümkün ancak ben kısaca sonuca dair görüşlerimi yansıtmaya çalışayım. 2002-2011 yılları arasında az da olsa mesafe aldığımız gelir dağılımı eşitsizliğinde sonraki dönemlerde bir ilerleme kaydetmek mümkün olmadı.
En çarpıcı vurgular olarak halkın % 68’inin borçlu olması ve en zengin % 5’in gelirden aldığı payın artması. Fert gelirlerinin % 49’u maaş ve ücret geliri iken % 18 emekli ve dul aylıkları. Yevmiye alanların payı ise % 2. Maaş ve ücret zamlarının üzerinde toplum olarak durmamızın da en temel sebebi bu olsa gerek. En yüksek gelire sahip % 20 ile en yoksul gelire sahip % 20 arasındaki fark 7,57’den, 7,68 kata çıkmış. Nüfusu 100, geliri de 1000 kabul eder isek; 75 kişi 500 lira gelir elde ederken, 25 kişi 500 lira gelir elde etmiş. Bu geliri 5’er kişilik dilimlere dağıttığımızda ise tablo daha vahim hale geliyor.
2014-2016 döneminde % 5’lik gelir dilimlerine göre neredeyse tüm grupların toplam gelirden aldığı pay azalırken sadece en zengin % 5’in payının artması da başka bir çarpıcı sonuç. Üstelik bu artışın orta gelir gruplarının payının erimesi sonucu olması da dikkat çekici. Farklı sınıfların 2015 yılına göre olan gelir artışlarına bakalım. Ücretli ya da maaşlı çalışanların gelirleri 2016 yılında % 11 artarken Yevmiyeli çalışanların geliri % 16 artmış. Esnafımız yani araştırmada kendi hesabına çalışanların gelir artışları % 16. İşveren kategorisinde ise bu artış % 43’leri bulmuş.
En büyük paya sahip olan ücretli veya maaşlı çalışanların gelirlerinin ilk defa genel ortalamanın altında gerçekleşmesi ve bu kalemin 2010 yılından bu yana düşüş trendinde olması mutlaka dikkate alınacak bir detaydır. Gelir dağılımında ki bozulmanın en önemli kaynağı ve toplumun en geniş kitlesini etkileyen gelişme budur. Bu araştırma da harcama kalemlerinden vazgeçilen harcamalara kadar birçok veriye ulaşmanız mümkün.
Hem burada görülen bozulmanın hem de istihdam da yaşanan problemlerin çözümü noktasında ülkemizin üretim odaklı büyümeye acilen ağırlık vermesi gerektiği bir kez daha satır aralarında ortaya çıkmaktadır. Üretmeden refahı tabana yaymamız ve gelir dağılımında oluşan dengesizliklerin önüne geçmemiz mümkün değildir.
Hikaye bu ya; bir zenginin oldukça saf ve temiz hizmetçisi iş verenin bir arkadaşı ile olan sohbetinde kulak misafiri olur. Patronun arkadaşı para parayı çeker azizim demiş patronu da bu lafı başıyla tasdik etmiştir. Bunu duyan bizim hizmetçi biriktirdiği üç beş altınını sakladığı yerden çıkarıp patronun çalışma odasında ki kasanın başında almış soluğu. Bir altını almış eline kasa deliğine sokmuş paranın yarısını başlamış beklemeye. Baksa ki parasının para çektiği filan yok biraz daha iteleyim derken elindeki para düşmüş mü kasanın içine. Hemen diğer parayı çıkarıp aynı metodu denerken o altını da düşürmüş kasanın içerisine.
Büyük bir hayal kırıklığı içerisinde elindeki birikimi de giden hizmetçi başlamış ağlamaya. Sesi duyan patron gelmiş odaya. Sormuş ne oldu niye ağlıyorsun burada ne işin var? Bizim saf hizmetçi olup biteni anlatmış patronuna. Patron gülerek açmış kasayı bizim hizmetçinin altınlarını geri vermiş. Hizmetçi demiş ki aman küçük para büyüğü çekene kadar büyük para yutuyor küçüğü en iyisi benim param olduğu kadar kalsın.
İşin özü para parayı çeker, koçyiğit bağ beller atasözümüz TÜİK’in yaptığı araştırma sonuçları ile de teyit edilmiş oldu.