Yeni normal hayat sürecine geçtiğimiz Haziran ayı başı itibarı ile alışmaya başladık. Birçok alanda pandemi sürecinin etkilerini azaltmaya yönelik uygulamalar görüyoruz. Sanayimizde çarkların dönmeye başladığını bize günlük elektrik tüketim değerleri veriyor. Mart ayı başlarından bu yana en büyük günlük değerleri 25 Haziran sonrasında görmeye başladık.
Salgın öncesine göre hala gerideyiz ancak tüm dünya dükkânı kapatmanın faturasının öngörülenden çok daha ağır olacağı gerçeğini kabul edip yoluna devam etmeye çalışıyor. Yaşadığımız süreç özellikle hizmetler sektöründe kırılmalara sebep oldu. Aylarca faaliyet gösteremeyen firmaların önümüzdeki dönemden beklentileri de zayıf seyrediyor.
Bugün sizlerle paylaşmaya çalışacağım ana konu reel sektörlerle finansal piyasaların arasında oluşan uçurum. Çarşıya, pazara, sanayiye sorduğunuz zaman aldığınız cevaplar ile ekranda ki verileri mukayese ettiğinizde anladıklarınız bir birinden o kadar kopuk ki. Zafer’de konfeksiyon işi yapan veya Meram’da lokanta işleten bir esnafımıza göre ekonomik durum vahim. Öte yandan bakıyorsunuz 19 günlük süreçte 2019 yılının toplamından fazla konut kredisi müracaatı olmuş.
Çok sevip saydığım Prof. Dr. Osman Altuğ’a göre, Ya üreticiyi finanse edeceksiniz ya da tüketiciyi. Üreticiyi finanse ederseniz alın teri ve üretim gücünüz artar. Bankaların kuruluş amacı nedir? Halkın küçük yatırımlarını bir araya getirerek yatırıma dönüştürmektir. Şu anda yapılan ise tüketiciyi kredilendirmektir. Tüketici parayı tüketimde kullanır. Daha çok tüket daha çok tüket ki ekonomi büyüsün. Bu gün borçlanalım gelecek nesiller üretsin. Geleceğe borç senedi kesiyoruz.
Pandemi tüm küresel ekonomiye öylesine bir etki yaptı ki bütün merkez bankaları kırılan tedarik zincirlerine, durma noktasına gelen üretim ve tüketim değerlerine rağmen finansal piyasaları ayakta tutmayı birinci öncelik kabul ettiler. Oysa 2008 krizinde aynı şeyi yaptılar ama sonucu değiştiremediler. Her seferinde sadece zaman kazanmaya yarayan bu para politikaları bir sonra ki krizin daha şiddetli olmasından başka bir işe yaramıyor.
2008 krizinden önce dünya nüfusunun %50’si toplam gelirin %1’ine sahipken uygulanan para politikaları sonucu artık % 55’i toplam gelirin %1’ine sahip. Oysa tam tersi olması gerekmez miydi? Bloomberg’in araştırmasına göre salgın haberleri çıktığında dünyanın en zengin 10 kişisinin servetleri 163 milyar dolar azalmıştı. Aradan geçen 3 ay sonrası bu insanların şirket değerleri ve servetleri pandemi öncesinin çok çok üzerine çıkmış durumda.
FED güya salgının etkilerini önlemek adına trilyonlarca dolar dağıtırken “-Bu para nereye gidiyor?” diye dikkatinizi çekmeli. 20 milyona yakın insanın açlıktan öldüğü bir dünyada merkez bankalarının bol para politikaları hangi insani değere hizmet ediyor sorgulanmalı. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın raporuna göre gelir eşitsizliğinin yüksek seviyelerde olmasının ekonomik büyümeye, demokratik kültüre ve sosyal dokuya zarar verebileceği vurgulanarak, eşitsizliğin giderilmesi için yeniden dağıtımın önemli olduğu ancak öncelikle daha katılımcı, yoksul ve dar gelirlilere öncelik veren bir ekonomik gelişme modeline doğru gidilmesi gerektiği önemle belirtiliyor.
Tüm dünya ve biz kabul etmek zorundayız bu süreç ilk ve son olmayacak. Finansal piyasalarla sokağın ekonomisi bir birine ne kadar yakınsa o kadar sağlıklı bir ekonomi olacağı gerçeğinden ayrılmamalıyız. İnsani değerleri temel alan üretime dayalı ve ulusal ekonomik dengeler ile uluslararası ekonomik dengelerin yeniden tanımlandığı bir model geliştirilmelidir. Sokaklar ve Piyasalar birbirini anlamak zorundadır. Biri olmadan diğeri sadece bir rüyadır.