Öğrenmenin Maliyeti
İyisiyle kötüsüyle bir koca yılı geride bıraktık. Büyük umutlarla ve söylemlerle başladığımız 2020 yılı tüm dünya için adeta bir kâbus oldu. Pandemi süreçleri, kapanan ekonomiler, yetersiz sağlık altyapıları, kontrolden çıkan vaka sayıları ve benzeri birçok konuda dünyamız için turnusol kâğıdı olan Covid 19 yıl sonuna doğruda mutasyon söylentileri eşliğinde 2021’e merhaba dedik.
Anlaşıldığı kadar 2021 yılının ilk yarısında da ağırlıklı gündem salgının kontrol altına alınması olacak. Geliştirilen aşılar otorite onay süreçlerini tamamlamasa dahi bazı ülkeler aşılama çalışmalarına başladı bile. Aşı çalışmalarında her ne kadar ilerleme kaydedilse de benim temennim virüsü yok edecek bir ilaç geliştirilmeli. Ancak bu şekilde virüse karşı dünyanın eli daha güçlü olacaktır.
10 aydır dünyayı etkisi altına alan virüs global anlamda ekonomik dengeleri, tedarik zincirlerini emtia fiyatlarını da yerle bir etmeyi başardı. Bütün devletlerin bu süreçte çeşitli önlemler aldığını durma noktasına gelen ekonomilerini ayakta tutmaya çalıştıklarını da gördük. Bu süreci ülkemizde birçok önlemlerle atlatmaya çalışarak 2021’e merhaba dedik.
2021 yılına umutlarla girerken geçen yılın faturasını ödemekle epeyce uğraşacağız gibi görünüyor. Aralık ayında yapılan ilave faiz artırımı ile Merkez Bankası’nın politika faizi % 17 olarak ilan edildi. Bu piyasa faizlerinin % 20’lerin üzerine çıkması demek. Reel sektörün finansman sorununu herhalde bilmeyen kalmamıştır. Bunca yıldır KGF’de dahil olmak üzere dağıtılan milyarlarca lira neden reel sektörün finansman ihtiyacını karşılamadığı gerçeği bizleri üzüyor. Karlılığı düşük ya da hiç olmayan bir çok işletmeyi yaşatma ısrarının maliyeti nedir? Acaba genel sorunumuz sadece işletme sermayesi eksikliği mi? Finansman tarafında ucuz kredi ile tüm sorunları çözebildik mi? Milyarlarca lira fonladığımız reel sektörün istihdama katkısı son 5 yılda ne oldu? Verimlilik, yüksek teknolojik ürünler, yüksek katma değer üretebiliyor muyuz?
Kamu maliyesinin haline bakacak olsak orada da durum iç açıcı değil. Yıllardır vermediğimiz kadar bütçe açıkları verirken döviz faiz enflasyon kıskacına bir kez daha yakalandık. Oysa biz bu problemi son 10 yılda iki kez yaşamıştık. Yüksek faiz vererek kuru dizginledik. Bu sefer artan finansman maliyetlerinin yaratacağı enflasyonla karşılaşma ihtimalimiz ortaya çıktı. Zaten artan kurdan kaynaklı bir enflasyon yaşıyorken şimdi ne olur bende bilmiyorum?
Bir dönem 12 bin dolarlara çıkardığımız kişi başı milli gelirimiz büyük ihtimal ile 2020’de 8000-9000 dolar aralığına gerilerken sabit gelirli insanlarımızın yüksek enflasyonla başı dertte.
Arthur Miller öğrenmenin maliyetini şöyle dile getirmiş:
- Önceden öğrenenler indirimli fiyattan öğrenir.
- Deneyerek öğrenenler etiket fiyatından öğrenir.
- Hayattan öğrenenler gecikme zammıyla öğrenir.
- Hayattan öğrenemeyenler boşa gitmiş hayatlarıyla öğrenir.
Türkiye elinde onca potansiyele genç nüfusuna birçok sektörde uluslararası rekabet gücüne rağmen deneme yanılma yöntemiyle geliştirmeye çalıştığı ekonomik politikalarla zaman kaybetmekte ve gecikme zammı ödemek zorunda kalmaktadır. Faiz enflasyon sebep sonuç ilişkisini test etmek için rezervlerini eritmiş düşük faizli kredileri üretim yerine araba ve konut satışlarını canlandırmaya harcamıştır. Gelir iki türlü harcanır; ya tasarruf eder ya da tüketirsiniz. Tüketim, üretime, büyümeye, istihdama ve kalkınmaya dönüşmeli ki mesafe alalım. İstihdama katkı sağlamayan her büyüme modeli ülkemizin karşısına birkaç yıl içerisinde başka bir ekonomik problem olarak çıkıyor.
Artık deneyecek sermayemiz ve zamanımız olmadığı için siyaset kurumunun dillendirdiği yapısal reformlar konusunda ilk adımları 2021 yılında atmak zorundayız. Oysa bu adımları seçim beyannamesine 2015 yılında alan hükümetimiz ilk adımları o zaman atsaydı bu gün karşılaştığımız sorunların birçoğu ile yüzleşmek zorunda kalmayacaktık.