Büyük Resim
Ağustos ayı ülkemiz ekonomisi için ağır bir tahribat yaparak geride kaldı. Özellikle kur ve faiz cephesinde yaşadıklarımız ekonomik göstergelerimize ciddi hasarlar verdi. Döviz cephesinde öylesine bir oynaklık yaşandı ki birçoğumuz geldiği seviyeden ziyade bu oynaklığın bitmesini beklemek zorunda kaldık.
Yaşanan süreci ülkemiz açısından değerlendirmek yerine büyük resim ne ifade ediyor buna bakmakta fayda var. Geçmiş dönem FED Başkanlığını yapan Bernanke, 2013 yılının Haziran ayında parasal genişleme politikasını bitirmekten bahsetmiş ve bir yol haritası açıklamıştı. O gün dünya piyasalarının nasıl karıştığını, bizim borsamızın % 6 düştüğünü, Merkez Bankası’nın gün içerisinde 3 kez döviz satarak kura müdahale ettiğini hatırlayanlar mutlaka vardır. Oyun bitti (Game over) düdüğü o gün çalmıştı. Beş trilyon dolara yakın bir meblağ 2008 sonrası (sözde) dünya ekonomik krize girmesin diye parasal genişleme adı altında özellikle bizim gibi gelişmekte olan piyasalara enjekte edildi. Şimdi ise kademeli olarak bu para evine dönecekti. Amerika bugün % 3’e yakın enflasyon ve tarihinin en düşük işsizlik oranlarını yakalarken Amerikan Hazinesi önümüzdeki yıllarda trilyonlarca dolar borçlanmak zorunda kalacağının ön sinyallerini vermiş oldu. Doğal olarak borçlanma ihtiyacı artan ülkenin tahvil faizleri de artacak. İşte sorun burada! Amerika’da faizler artarken dünyada ne olacak? Özele indirgersek ülkemiz bundan nasıl etkilenecek? Büyük ihtimalle tüm dünyada düşük enflasyon dönemi bitecek ve küresel olarak faizlerin artacağı bir dönem yaşanacak. Bu borç yükü altında olan tüm ülkeler için enflasyon içerisinde büyüyememek sorununu (Stagflasyon) ortaya çıkaracak veya enflasyonla düşük büyüme gerçeği ile yüzleşecekler.
Ülkemizde yapılan G20 zirvesinde oturumlardan birinde kapitalizmin en büyük sorun olduğu gündeme gelmişti. Hakikaten bir kesim teorisyenlerin 1970’li yıllarda geliştirdiği, “Bankalar ürün geliştirsin, millete borç versin. İnsanlar böylece harcar, işletmelerde talebe yetişmek için üretim yapıp kâr ederler. Böylece büyüme sağlanır” görüşü arkasında bir borç dağı bıraktı. Amerika izlediği politikalarla ve rezerv parayı elinde tutma gücüyle aslında yaşadığı krizi ihraç etmiş oldu. Trump Başkan seçildiğinde gerek söylemleri, gerekse kişiliğiyle dünya ekonomisi için belirsiz günlerin bizi beklediğini yazmıştım. Keşke yanılmış olsaydım ancak bu güne kadar yaptıkları ile küresel ekonomiye neler yaptığını görüyoruz. Biz değil şu an Almanya hariç neredeyse bütün ekonomiler borçlu ve bu belirsizliği nasıl yöneteceklerini bilemiyorlar. Kendi penceremize dönersek enflasyon ve faizler artmaya devam edecek gibi görünüyor. Üreticiler ve esnaflar için maliyetlerin artması kaçınılmaz. Fiyatı artırmak ile mal satamamak ikilemi yaşıyoruz. “Satsak acaba tahsil eder miyiz?” diye düşünüyoruz.
Yaşı uygun olanlar için söylemeliyim ki galiba 1980’li yıllara geri dönüyoruz. Belki zorlanacağız ama hepimiz yüksek enflasyonla çalışmaya alışacağız. Öz sermaye ve kârlılık önümüzdeki dönem işletmelerimiz için son derece önemli hale gelecek. Yeni dönemi en az hasarla atlatmak istiyorsak öncelik hastalığın teşhis edilmesidir. Ülkemizin 1994 ve 2001 yıllarında yaşadığı krizlerin ortak paydası dış ödemeler dengesinin bozulmasıdır. Cari açığımız dışardan aldığımız borçtur. Borç ise vaktinde yapmadığınız tasarrufun yerine emanet aldığınız meblağdır. Kamu maliyemizin sağlamlığı ile övünebiliriz ancak Asya Krizi’nde olduğu gibi özel sektörün borçları bir virüs gibi tüm ekonomiyi tahrip edebilir. Şu an birçoğumuz bozulan nakit akımla, içerisinden çıkamadığımız maliyetlerle ve finansmana erişmekte yaşadığımız sorunlarla uğraşıyoruz. Alınan tedbirler belki hastanın ateşini düşürdü ancak sorunumuz cari açıktır. Tasarruf oranlarımız ve yapısal reformlar kısa vadede sonuç alamayacağımız sorunlar fakat şu anda üretim çarklarını çalışır halde tutmak ve ihracat yapabilmek son derece önemlidir. Artık ülke olarak çalışan, üreten ve tasarruf eden bireyleri el üstünde tutmalıyız.