Sancılı değişim
Ekonomi yönetiminden ve Merkez Bankası Başkanının söylemlerinden anladığım kadarıyla büyük bir değişim patikasına girmiş bulunmaktayız. Eylül ayından sonra Ekim ayında yapılan 200 baz puan faiz indirimi ve sonrasında yapılan açıklamalar da bu görüşümüzü doğrular nitelikte. Büyük ihtimalle Kasım ve Aralık aylarında da her türlü finansal çalkantılara rağmen faiz indirimleri devam edecek.
Zira yıllardır büyüme modeli olarak uygulamaya çalıştığımız ancak sonuçta cari açık vererek her seferinde tekrar başa döndüğümüz uygulamalardan keskin bir dönüş yaparak cari açık vermeden büyüyebileceğimizi göstermek istiyoruz. Benim de çoğu zaman eleştirdiğim dış kaynağa bağlı büyüme modelini dünyada başarıyla uygulayan ülkeler oldu ancak biz başaramadık.
Türkiye 2000’lere kadar bütçe açığı vererek 2000 sonrası ise cari açık vererek büyüme üzerine bir model oluşturmuştu. Özellikle 2008 krizi sonrası global anlamda yaşanan para bolluğu ve Türkiye’nin parlayan yıldızı nedeniyle bu model gayet iyi işledi. Ancak 2011 yılına geldiğimizde 80 milyar dolara yakın bir cari açık ve gayri safi yurtiçi hasılanın %10’u gibi bir oranla yüzleştik.
Yıllardır ekonomik modelimizin revize edilmesi gerektiğini ve bunun yapısal reformlarla desteklenmesi gerektiğini savunan biriyim. Ancak 2012 yılında başlayan Arap Baharı ve sonrasında bölgesel gelişmeler ve ülkemizin yaşadıkları buna fırsat vermediği gibi ülkede gündem dahi oluşturmadı. Ekonomi ne acıdır ki ülkemizde yıllarca hiç gündem olmayı başaramadı. Günübirlik politikalar bizi bu günlere taşıdı. Kendi iç problemlerimiz zaten yeterince büyük iken birde Covid 19 sorunuyla yüzleşmek zorunda kaldık. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak söylemlerinin neden söylendiğini sanırım bu gün daha iyi anlıyoruz.
Gelişmiş ülkeler pandeminin etkilerini azaltmak ve kapanan ekonomilerini ayakta tutabilmek adına öyle çok para dağıttılar ki bu gün kimsenin alışık olmadığı enflasyon rakamlarıyla karşılaşmayı göze aldılar. Bugün küresel ekonomide hakikaten hiçbir şey Covid 19 öncesi gibi değil.
Gelelim bizim tarafa. Türkiye bu süreçte bir yandan büyümek isterken diğer yandan da cari açık olmasın istiyor ve enflasyonu düşürmek istiyor. Büyüme için faiz seviyesini düşürmeli, cari açık olmaması için ithalatı kontrol altına almalı, enflasyonu düşürmek için ise sıkı para politikası izlemeli. Oysa enflasyon küresel olarak yükselme trendinde ve bunu sıkı para politikası ile ne derece kontrol altına alabiliriz soru işareti.
İşte değişim böyle bir ortamda belki de bir zorunluluk olarak ortaya çıktı. Faiz indirim kararları bence Kasım ve Aralık ayında devam edecek ki beklenen büyüme rakamı gerçekleşebilsin. Karşılığında öngörülemeyen kur seviyeleri ithalatı dolaylı olarak cari açığı düşürecek. Eğer herhangi bir yol kazası yaşanmaz ise ihracatın pozitif katkısı ile Türkiye daha sağlıklı bir büyüme modelini hayata geçirmiş olacak. Burada gözden kaçan ise kontrolden çıkan enflasyon ve hazinenin borçlanma rakamları. Politika faizimiz 16 ama Hazine 9 Kasım’da 5 yıl vadeli 18 gibi rakamla borçlanabiliyor.
Türkiye istese de istemese de kur ile enflasyon arasındaki geçişkenliği görmek ve tedbirler almak zorunda. Çünkü kur hareketlerinin raflardaki fiyatlara yansıması saatler içerisinde olurken bu sabit gelirliler için her geçen gün düşen satın alma gücü anlamına geliyor. Son günlerin en çok konuşulan konusunun asgari ücret olması tesadüf değil.
Eğer bu değişim sonucunda kamu harcama kalemlerinde seçiciliğe gitmez hazine bu oranlarla borçlanmaya devam eder ve başı boş bırakılmış kur herhangi bir yerde stabil hale gelmez ise asgari ücretin ne olduğunun 3 ay sonra hiçbir önemi kalmayacak. Bu değişimin ülkemiz için beklenen sonucu getireceğine siyasi idare inanıyorsa ilk fedakârlığı kamu harcamalarında yapmalıdır. Aksi halde cari açık kapanmayacağı gibi düşük faiz yatırım iklimine değil kontrol edilemeyen kur seviyelerine neden olur ve sabit gelirli insanlar için hayat daha çekilmez bir hale dönüşür.