Değişim dengeleri
Dünya insanının katliamlarına yeryüzünün farklı bölgelerinde ve farklı kıtalarında rastlamak mümkündür. Hatta insanlık ayıbı bu katliamlar insanoğlunun beynine kazındığı gibi tarihe acı bir gerçek olarak geçmiştir.
Amerika’nın kıtasında kızıl derilileri, Rusya’nın Bolşevik ihtilalinde katlettiği halkı, Fransa’nın Cezayir’de uyguladığı katliamları, Almanya’da Adolf Hitlerin uyguladığı Yahudi soy kırımı, 90’larda dönemin Sırp güçlerinin Bosna’da gerçekleştirdiği katliamlar unutulmamıştır.
Ancak Sırp güçlerinin Bosna’da ki katliamı diğerlerinden birçok farklı yönü vardır. Katliamlarda BM ve diğer üye ülkeler veya dünyanın güçlü ve gelişmiş ülkeleri bu katliamlara anında karşı çıkarken Bosna da uzun süre suskun kalmışlardır. Adeta katliama fırsat tanımışlardır. Böylece dünya insanı, gelişmiş yada gelişmekte olan ülkelerin demokrasi anlayışındaki çifte standartlarına tanık olmuştur.
Bosna katliamına karşı sert duruşu ile bilinen Fransız yazar ve Felsefe insanı Pascal Bruckner Avrupa ve Amerika’yı bu katliama karşı sessiz kalmakla, NATO’yu da müdahale etmeme suçlamasıyla tanındı.
Bosna’da İş işten geçtikten sonra gerçekleşen müdahaleyi geciktiren önemli etkenlerden biri dini ayrım, Boşnak halkının çoğunun Türk-İslam kökenli oluşudur. 9 Ocak Boşnak Soykırımı’nın başladığı gün sayılıyor. Ama aynı 9 Ocak’ta Sırp Cumhuriyeti Kuruluş günü olarak da kutlanıyor. Geçtiğimiz 9 Ocak’ta, Bosna’da, Bosnalı Sırplar, Sırbistan yanlısı gösteri düzenlediler. Değişimi ile övünen Avrupa da hala bir şeylerin değişmediği izlenimini veriyor.
Bir şeyler elbette değişiyor belki ama maalesef her zaman iyi yönde olmuyor. Amerikalı diplomat Richard Holbrooke’un girişimiyle 1995’te Dayton’da elde edilen barış, biraz hassas bir yapı görüntüsü vermişti. Bosna üç kesim arasında bir kurguya dönüşmüştü; Müslüman çoğunluğun Bosna’sı, Hırvat Bosna ve Sırp Bosna. Sırplar şimdi yavaş yavaş bu kurguyu kırmak ve Sırbistan’a tekrar katılmak peşindeler, bunun için de milliyetçi gösteriler düzenliyorlar. Sırplar tarafında ayrılıkçı fikirleri tekrar yayılmaya çalışılıyor. Dolayısıyla yeniden gerilim yaşanacağından endişe edilmektedir. Hırvatistan’la değil, çünkü Hırvatlar güçlü ve orduya sahip bir millettir. Ama elde kalan Bosna’da bu yaşanabilir. Böyle bir yeniden parçalanma riski var gibi görünmektedir. Bosnalı Sırplar, Belgrad’a katılmak isteyebilir. Ardından Hersek, Zagreb’e katılabilir ve Müslüman Bosna da köktenciliğe doğru yol alabilir. Bu, savaşın çok üzücü bir sonucu olur. Sırpların düzenlediği gösterilerle, bu sivil savaşın yavaş yavaş başlayabileceğini görüyoruz. Pascal Bruckner’de yazılarında ve mülakatlarında bunu belirtmektedir.
20. yüzyılda dünyanın en kanlı savaşları bugün demokrasi ve özgürlüklerle andığımız Avrupa’da yaşanmıştır. Avrupa’da ırkçı ve dinsel savaş yanlısı eğilimler hâlâ vardır. Avrupa’da büyük dünya savaşları dönemi bitti deniliyor. Ancak başta ekonomik olmak üzere, din ve ırkçılık savaşlarının devam ettiğini iddia edenlerde çoğunluktadır. Eski Yugoslavya’daki savaş da bir değişim/dönüşüm ve özgürlük savaşları gibi görülebilir, görülmelidir. Avusturya’yı, Fransa’yı, Almanya’yı etkilemediğini düşünenler, Avrupa’nın kapısında yaşandığı için bölgesel savaş olarak kabul edilebilirler.
Buna karşın bugün Avrupa’nın kapısında yeni bir savaş riski daha vardır, O da Rusya’nın Ukrayna’ya, Baltık ülkelerine, Polonya’ya karşı başlatmak istediği savaş. Bu sayede Rusya İmparatorluğunu, daha doğrusu “Komünizmsiz Sovyetler Birliği’ni” tekrar oluşturmak isteğidir.
Bugün ve geçmişte Rusya için komünizm; Merkez Avrupa, Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkeleri üzerindeki arzularını ve hedeflerini dayatmak için kullandığı tarihsel bir hile olduğu akıllara gelmektedir. Rusların Kazakistan’a müdahalesinde görüldü ki en büyük korkuları, bir Avrasya gücü olarak meşruiyetlerini yitirme korkularıdır. Diğer taraftan Rusya Kazakistan’a yardım üzerinden Türk devletlerini, Türk topluluklarını kontrol altına alma politikalarını gösterme çabasındadır. Bu yüzden Rusya bu güçle hem Ukrayna’yı, hem Polonya’yı ve Baltık ülkelerini tehdit ettiğini de hissettirmektedir. Rus emperyalizmine karşı bu ülkeleri koruyacak tek güç de NATO ve dünyanın bazı ülkelerinde, azda olsa, küçükte olsa politikalarına taraf bulan Karadeniz’den komşusu Türkiye.
Arabulucuğa soyunan NATO ve ABD hamisi, Fransa görüşme imkânı ve takvimi oluştursa da gelinen son noktada Rusya’nın Donetsk, Luhansk’ı tanıması ile bunun işe yaramayacağını göstermiştir. Yani ülkeler, Rusya da ve dünyada Putin’le komünizmsiz, sosyalizmsiz yeni bir tür Rus emperyalizminin doğduğunu düşünebilirler. Rusya lideri Putin, 20. yüzyılın en büyük felâketinin SSCB’nin ortadan kalkışı olduğunu söyleyerek Ukrayna, Kırım topraklarının geçmişte Rusya toprakları olduğunu belirterek bu düşüncesini öne çıkarmıştır. Komünizmin bitişine üzülenin akılsız, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin bitişine üzülmeyeninse kalpsiz olduğunu söylemiştir. Onun ihtirası SSCB zaten eski bir KGB subayı olmasından kaynaklanmaktadır. Stalinci yöntemlere alışıktır. Rusya’da bu yöntemlerin ve fikirlerin yeniden güçlendiği görülmektedir. Rusya da, Fransa’da, Almanya’da ve Türkiye’ deki bazı çevreler gibi, imparatorlukların çöküşüne üzülen bir ülke, üzülen bir lider. Geçmiş tarihe göre doğru olabilir, ancak günümüzde, bu dijital çağda, pazar demokrasisinde doğruluğu tartışılabilir. Rusya izlediği politikalarla Avrupa ülkelerini istikrarsızlaştırmak istiyor ve bunun için onlara siber saldırı yöntemleri uyguluyor. İşte endüstri 4.0’ın getirdiği, 21. yüz yılda farklı bir savaş yöntemi.
Diğer taraftan askerlerini Ukrayna’nın kapısına gönderiyor. Ama Rus liderinin Ukrayna’ya saldırarak temel bir hata yaptığını savunanlarda vardır. Çünkü bu saldırı veya savaş politikası NATO’yu diğer güçlü ülkeleri karşısına almasına sebep olmuştur. Ancak belki de Rusya’nın istediği bu Varşova Paktındaki gücünü yeniden ele geçirebilmek olabilir. Ama bir gerçek var ki Ukraynalılar ve Ruslar aslında birbirine çok yakındırlar. Ortodoks Rusya 10. yüzyılda aslında Kiev’de doğmuştur. Bugün ise Ukraynalıları Ruslardan ayıran bir kan boşluğu var ve bu boşluğu tekrar doldurmak çok zor olacak gibi görünmektedir. Ancak son sıcak gelişme ile Rusya’nın Donetsk, Luhansk bölgesini tanıması sanırım özellikle ABD ve NATO ülkeleri gibi bazı dünya ülkelerinin dış politikalarını yeniden gözden geçirmesi gerektiğini göstermektedir. Bu konuda yürütülen uluslararası politikalar ve BM kararları, Minsk anlaşmalarının öne sürülmesinden olumlu sonuç alınamayacağını göstermektedir. Buna benzer durumlarda hukuka ve uluslararası anlaşmalara uygunluğundan ziyade Rusya BM’de veto hakkının arkasına da sığınmaktadır. Bu durumda; Rusya Ukrayna’yı ABD ve NATO’ya kaptırmaya, dünyayı tek kutuplu bir yapıya terk etmeye ve eski Sovyetler birliği gücünden geri kalmaya niyetinin olmadığını açıkça göstermektedir.
Burada bazı görüşlere göre ki Fransız Felsefeci Yazar Pascal Bruckner’in de ifade ettiği gibi yarın Rusya ülkeyi işgal etse ve Ukrayna’nın başına kendisine yakın bir lider koysa bile Ukrayna’nın hiçbir kaybı olmayacağını belirtmekle birlikte, gerçekte kazanan ve kaybedenler çok yakın gelecekte ortaya çıkacaktır. Ukrayna gelişimini tamamlamada, bilim ve teknolojik alt yapısının temelini oluşturmada geçmişten Rusya’ya çok şey borçludur. Bu aşamada Rusya’dan çok NATO, ABD ısrarlı tavırlarından dolayı şimdilik kaybetmiş olacaktır. Savaştan uzak, barış dolu mutlu bir dünya dileklerimle.
Esen kalın…