Emrullah BİLGİN - Değişim

Emrullah BİLGİN - Değişim

Özgür Düşüncede Değişim

Toplumsal yapıyı oluşturan bileşenler, kültür, toplumsal sınıflar, statü, statüyle bağlaşık roller ve organik bütünlüğünün devam etmesi için gerekli olan kurumlardır. (sağlık, eğitim, güvenlik vb.) Türk tarihine bakıldığında da hep aynı statü oluşmuş ve gelenekselleşmiştir.

Toplumsal yapının bileşenleri bireyin toplumsallaşma sürecine de yoğun etkide bulunur; bireyin hangi kültüre bağlı olduğu, sınıfsal konumu, kendisine miras kalan edinilmiş statüsü, zamanla sahip olduğu kazanılmış statüleri, buna bağlı rolleri onun karakter ve kimliğinin oluşmasında birinci dereceden etkilidir. Böylece toplumsal yapı geçmişin mirasını bugüne taşımakla kalmaz, mirasın bugündeki hayat damarlarıdır ve insanın gelecekte nasıl bir ilişkiler bütünü yaşayacağının da belirleyicisidir.

Toplum, ortak bir coğrafi mekândan, kurumsallaşma davranış biçimleri sergileyen ve bir arada yaşayan bireylerden oluşmuş bir bütündür. Toplumu oluşturan bireyler arasında düzenli ilişkiler ve davranış kalıpları vardır. Davranış kalıpları, dil ve kültür sayesinde oluşur. Toplumun sahip olduğu bu davranış kalıpları zamanla değişebilir. Bu kalıplar bazen zor kullanarak (Savaş, terör vb), bazen de çeşitli sosyolojik yapı, eğitim ve medya gibi yöntemlerle de gerçekleştirilebilir. Toplum mühendisliğini yaratan Kurumlar bu özellikleri korumak ve geliştirmekle sorumludur.

Toplum mühendisliği konusunda;

George Orwell’ın 1984 romanında ortaya koyduğu çift düşünce (double think) kavramı, toplumsal mühendislik süreçlerini anlamak için önemli bir anahtardır. Çift düşünce, aynı anda iki zıt fikri doğru kabul etmeyi gerektirir. Günümüzde gençlere hem “özgür düşünün” denirken, hem de belli kalıplar içinde düşünmeleri empoze ediliyor. Fakat Orwell’in eleştirdiği bu kavram, sadece totaliter rejimlere özgü değildir.

Bugünün bilgi çağında, özellikle medya ve sosyal mühendislik operasyonlarıyla şekillenen dünyada, çift düşünce artık yalnızca baskıcı devletlerin değil, modern propagandanın ve kitle manipülasyonunun bir aracı haline gelmiştir.

Zihinleri yönlendirmek, bedenleri yönetmekten daha kalıcı ve etkili bir yöntemdir. Devletler, istihbarat servisleri, küresel şirketler ve medya organları, toplumları yönlendirmek için yalnızca bilgi vermekle kalmaz; bilginin nasıl anlaşılması gerektiğini de şekillendirirler. Bu süreçte en etkili silahlardan biri çift düşünme mekanizmasıdır. Çift düşünme, bireylerin çelişkili inançları aynı anda benimsemesini sağlayarak kontrol edilebilen bir özgürlük algısı yaratır.

İstihbarat servisleri, çift düşünmeyi bir algı yönetimi silahı olarak kullanır. Halkın belirli bir bilgiye inanmasını sağlamak için bazen onun tam tersini de gündeme getirerek kafa karışıklığı yaratırlar. Bu yöntemler, psikolojik harp teknikleri ve dezenformasyon kampanyalarında sıklıkla kullanılır. Bir konu hakkında hem olumlu hem olumsuz bilgiler yayarak, halkın neyin doğru olduğuna karar verememesini sağlamak.

Örneğin, bir ülke veya lider hakkında önce kahramanlık hikâyeleri anlatılır, ardından yolsuzluk haberleri servis edilir. Böylece toplum bölünür, insanlar bir fikri desteklerken aynı anda onun zıddını da mantıklı bulabilir. Bugünün düşmanı yarının dostu olabilir. Medya ve siyasi liderler, çıkarları doğrultusunda halkın kimden nefret edeceğini, kime güveneceğini belirler. Bir ülke veya grup, bir dönem “terörist” ilan edilir, başka bir dönem “özgürlük savaşçısı” olarak desteklenir. Böylece halk, kime karşı durması gerektiğini sürekli değişen propagandalarla öğrenir. Kutuplaşmış toplumlar yönetilmesi en kolay toplumlardır. Çift düşünme sayesinde insanlar kendilerini sürekli karşıt bir grubun düşmanı olarak görür ve ortak çıkarlarını savunmayı unutur.

Medyada ve siyasi söylemlerde sürekli olarak “biz ve onlar” ayrımı yapılır. Bu sayede bireyler, sisteme itaat ederken aslında kendi iradeleriyle hareket ettiklerini zannederler. Bu noktada, Nietzsche’nin “Hakikat, güç sahiplerinin belirlediği bir şeydir” düşüncesi ile Orwell’in çift düşünce kavramı birleşir. Gerçek, çift düşünce mekanizması sayesinde sürekli olarak değiştirilebilir hale gelir ve bireyler farkında olmadan bu değişime uyum sağlar. Eğer Orwell gibi düşünüldüğü sanılıyorsa, aslında Orwell’in anlattığı bir mekanizmanın sonucu olarak da böyle düşünüyor olunabilir mi? Belki de, gerçekliği sorgularken bile bir propaganda sürecinin içindedir insan.

Gençlik, bir toplumun en dinamik ve dönüşüme açık kesimidir. Duyguları yoğun, idealleri güçlü ve değişime inanırlar. Fakat tam da bu özellikleri nedeniyle en çok manipüle edilen, yönlendirilen ve çıkar çatışmalarının merkezine sürüklenen de yine onlardır. Tarih boyunca ideolojiler, gençlerin enerjisini kendi hedeflerine ulaşmak için kullanmıştır. Peki, bu ne anlama gelir?

Gençler, yaşadıkları dünyanın adaletsizliklerine karşı en keskin tepkileri veren kesimdir. Ancak bu duygusal tepkiler, doğru kanala yönlendirilmezse, onları yalnızca bir piyon haline getirir. Öfke, adalet için kullanılabilir ama aynı zamanda kaos yaratmak için de manipüle edilebilir. İdealler, değişim yaratabilir ama aynı zamanda başkalarının ajandalarına hizmet ettirilebilir. Bir toplumu dönüştürmek için birleşebilirler ama ayrıştırıldıklarında birbirlerini tüketirler. Sisteme güvenmeleri ama aynı zamanda ona karşı çıkmaları isteniyor.

Bağımsız düşünmeleri gerektiği söylenirken, aslında belirli ideolojik kalıpların dışına çıkmalarına izin verilmiyor. Bu, çift düşüncenin bir toplumu nasıl yönlendirdiğinin somut bir örneğidir. İnsanlar, farkında olmadan kendileriyle çelişen düşünceleri benimser ve bu kaotik zihinsel ortam, onların kolay yönlendirilmesini sağlar. İdeolojiler, gençlerin saf duygularını ve adalet arayışlarını yönlendirmek için kullanılan en güçlü araçlardan biridir. Sol ideolojiler, gençleri sisteme karşı bir “devrimci” tavır almaya teşvik eder. Sağ ideolojiler, gençleri sistemin korunması için bir “savunma” pozisyonuna sokar. Milliyetçilik, liberalizm, sosyalizm, dindarlık veya sekülerizm, her biri belirli bir algı operasyonunun içinde farklı şekillerde kullanılır.

Tarih boyunca birçok ülke, rakip devletlerin iç dinamiklerini bozmak için böl-yönet stratejisini kullanmıştır. Toplumun kendi içinde kutuplaşması, ülkenin kendi enerjisini tüketmesine ve kırılgan hale gelmesine neden olur. Eğer bir hareket sana neye inanman gerektiğini söylüyorsa, o senin hareketin değildir. Eğer bir ideoloji sana düşüncelerini sorgulamadan kabul ettiriyorsa, o senin ideolojin değildir. Bu denklemde kaybedenler gençler ve halktır. Kazananlar ise toplumu yönlendiren ve bundan ekonomik, politik veya istihbari çıkar sağlayan odaklardır. Gerçek vatanseverlik, gençleri kalıplara sokmak değil, onlara düşünmeyi öğretmektir.

Bugünün dünyasında en büyük tehdit, bize sunulan kalıpları sorgulamadan kabul etmek ve başkalarının yazdığı senaryoda figüran olmaktır. Eğer sorgularsak, düşmanlaştırılmak yerine çözüm üretmeye yönelirsek, işte o zaman bizi yönlendirmeye çalışanların en büyük korkusu gerçeğe dönüşmüş olur; Bağımsız düşünen, manipülasyona kapalı, bilinçli bir gençlik.

Gerçek özgürlük, kendi yolunu çizebilmek, kendi doğrularını oluşturabilmek ve gerektiğinde o doğruları bile sorgulayabilmektir. Bugün dünya karışık. Ama bu karmaşa içinde kimin neyi neden söylediğini anlayan bir genç nesil, her şeyden daha değerli. Gerçek güç, şekillendirilen bir zihin değil, özgür bir akıldır. Ve unutulmamalıdır ki: Özgür düşünen bir gençlik, yönlendirilemeyen en büyük güçtür.

Çatışma teorileri; toplumu içindeki farklı gruplar arasındaki eşitsizliklere odaklanarak inceler. Toplumu oluşturan gruplar arasındaki rekabetten kaynaklanan çıkar çelişkisini ele alan, çatışmanın toplumun gelişimi açısından önemli bir yeri olduğunu dile getiren teori. Toplumların genel yapısını çözümleyen bir yaklaşım olarak, işlevselciliğe karşı oluşturulmuştur.

Çatışma teorisi temel olarak sosyal ve ekonomik gücün suça etkileri, kişi ve grupların davranışlarını belirleme ve kontrol etme yeteneğini tanımlamaktır. Gücün eşit olmayan dağılımı çatışmayı yaratır. Çatışma güç için rekabete yerleşmiştir. Çatışma kuramına göre, suç kavramı güçlüler tarafından tanımlanmıştır, yasalar kültürel olarak görelidirler ve doğru ile yanlışın kesin bir standardı ile bağlanmamışlardır.

Çatışma teorisinin temellerini ilk olarak sosyologlardan Karl Marx ve Max Weber ortaya atmıştır. Sosyolojide çatışma teorisi Karl Marx tarafından 19. yy başlarında yaratılmıştır. Çatışma teorisinin temel ögeleri Marx'ın eserlerinde açık bir şekilde bulunmaktadır. İlk olarak insanların belli bir tabiata ve önceden belirlenmiş çıkar duygularına sahip olduklarına inanır.

İkinci olarak tarihsel ve çağdaş toplumu, farklı çıkarlara sahip toplumsal kümeler arasındaki çatışmalar açısından incelemiştir. İşte Türk toplumu son iki yüz yıldır uygulanan bu çatışma sistemi düzleminde kalmıştır. Temel amacı, özgür düşünce olmasına rağmen bu sosyal psikolojiden çıkamamıştır. Bir ülke olmaksa amaç İdeolojiler, fikirler, siyasi düşünceler farklı olsa dahi, birlikte yaşamayı öğrenmek ve bunu uygulamak gerekmektedir. Aksi halde ortada gelecek dönemlerde, sonraki nesillere bırakılabilecek onların özgürce yaşayabileceği bir ülke kalmayacaktır.

Türk milletinin geleceğini etkileyecek olan özgür düşüncelerin sosyal psikolojiye hakim olması ümidiyle..!

Sağlıkla kalın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
Emrullah BİLGİN - Değişim Arşivi