Kırk Katır mı? Kırk Satır mı?
Ülkemizin kurlarla olan serüveni galiba bitip tükenmeyecek. Oysa bir ülkenin para biriminin değeri birçok gelişmiş ülke vatandaşı için bir şey ifade etmiyor. Türkiye’de ise -tabiri yerindeyse- ortalık toz duman. Kurlarla yatıp, kurlarla kalkar hale geldik. Bizim kurla olan maceramızda yılbaşını baz alırsak % 20’yi geçen bir değer kaybı söz konusu. Kiralar bile dövize endeksli olduğu için belki herkesin dikkatini çekiyor.
2018 yılına girerken dolar kuru 3.80 seviyesindeydi. Ocak ayı boyunca 3.75 ile 3.80 arası bir seviyede tutunan dolar kuru yılın ilk ayında sabit kaldı. Şubat ayını da 3.80 seviyesinden kapatan dolar için Mart ayı ile beraber bir canlanma görülmeye başlıyor. Dolar, 3,80 seviyesinden başladığı Mart ayını 3,95 ile tamamlarken, soluksuz yükselişine Nisan ayında da devam ediyor ve Nisan’ı 4 TL üzerinde kapatıyor. İçinde bulunduğumuz Mayıs ayını hangi seviyeden kapatır kestirmek imkansız.
Özellikle son iki ay içerisinde yaşanan harekete bakıp ne diyelim bilemiyorum. Bu fiyatlamanın ekonomik verilere dayandığını söylemek de neredeyse imkânsız. Fakat öylesine basit hatalar yapılıyor ki anlam vermek mümkün değil. 2013 yılında Sayın Bernanke parasal genişlemeyi sonlandırma kararını açıklarken gelinecek nokta belliydi. Bol ve ucuz para dönemi sona eriyordu. Büyük ihtimalle para geldiği yere dönecek ve dönerken de gelişmekte olan ülke ekonomilerini etkileyecekti. Büyük fotoğrafa bakarsak zaten döviz kurlarının 2014 yılından itibaren istikrarlı bir şekilde her yıl değerlendiğini görmek mümkün. Buna rağmen her seçimin öncesinde, bahsi geçen seçim sonrası ise unutulup bir sonraki seçime kadar rafa kaldırılan yapısal reformlar, kamu maliye disiplini ve kamunun küçülmesi gibi konularda hiçbir adım atmadık.
Güney Afrika’da, Brezilya’da, Hindistan’da, Rusya’da ve birçok gelişmekte olan ülkede yerel para birimlerinin bu süreçte nasıl bir reaksiyon gösterdiğine baktığımızda Türkiye’nin olumsuz ayrışmadığını gözlemleyebiliriz. 2018 yılına girerken gelişmekte olan ülkelerle çok büyük bir ayrışma göstermeyen Türk Lirasına ne oldu ki son 2 ayda tamamen negatif ayrışan bir resim çıktı. Acaba bu süreç yabancıların seçim sürecini manipüle etmesi midir yoksa genel ekonomik görüntümüzün bozuk olmasından mıdır?
Her iki durumda da neden olduğunu tartışmak yerine oluşan hasara bakıp bir an evvel çıkış yollarını aramak daha faydalıdır. Doları belki 4.40 seviyesine taşıyan sürecin sebepleri ekonomik olabilirdi fakat bunun üzerinde oluşan fiyat bana göre de politik. Çok fazla belirsizlik olunca sığ piyasada Japon bir fonun yaptığı satış Kurda 4.90 seviyesinin üzerini görmemize sebep oluverdi. Süreci neredeyse iki haftadır izlemekle meşgul olan Merkez Bankası sonunda müdahil oldu.
Oysa aynı Merkez Bankası 16 Mayıs’ta bu hamleyi yapsa belki daha az faiz artışı ile daha düşük bir kur seviyesini yakalayabilecekti. Bugün 3 puan artmış faiz oranı ve öngördüğümüzden çok daha yukarılarda olan bir kurla karşı karşıya kalmış olan üretim gücümüzün bu süreci nasıl yöneteceği de ayrı bir mesele. Bu yıl ödenecek özel sektörün döviz borcu toplamı 70 milyar doların üzerinde. Toplam açık pozisyonuna baktığınızda özel sektör 200 milyar doların üzerinde borca sahip ama hala kurun hasar oluşturmayacağını iddia edenler var.
Faizi artırırsak yabancı fonlar ucuz döviz alıp piyasadan çıkar diyoruz ama gecelik fonlama faizi ile piyasa faizi arasında neredeyse 4 puan fark olmuş. Buna rağmen ucuza bankaları fonlamaya devam ediyoruz. Bu tartışmaların içerisinde karar vermekte geciktikçe telafisi daha zor olan süreçleri yaşıyoruz. Ucuz finansmanı kimler yatırıma ve üretime dönüştürmüş bunu göreceğiz ancak biz üzerimize düşeni yapmaz isek faiz kur enflasyon ilişkisini epeyce bir süre tartışmaya devam ederiz.