Rakamlar saygı bekler
Pisagor, rakamların ve sayıların, üzerinde yaşadığımız dünya üzerindeki yerinin sanılandan çok daha önemli olduğunu savunmaktaydı. Ona göre sayılar bir insanın çevresinde bulunan diğer varlıklarla olan ilişkisini ve yaşamsal derslerini anlamanın bir ölçüsü idi. Bir mühendis olarak rakamların saygı ve ciddiyet istediğine insafının olmadığına hep şahit oldum.
TÜİK’in açıkladığı Kasım 2019 işgücü verilerine bakınca toplumsal anlamda rakamların birer istatistik verisi olarak kenara atıldığını izledim. Gündem yoğunluğu içerisinde birkaç köşe yazarı dışında sorunumuz nedir diye tartışıldığına şahit de olmadım. Bir veri bir sayıdan çok daha fazlası var orada. Ne 1994 krizi, ne anayasa kitapçığının atılması ile başlayan 2001 krizi ne de 2008-2009 küresel krizleri. Bunların hiç birinde işgücü istatistikleri bu kadar olumsuz olmamıştı.
2014 yılında % 9,9 olan işsizlik oranı 2019 sonu itibari ile neredeyse %14. Bölgeler bazında incelediğimizde % 20’nin hatta % 25’in üzerinde olan illere rastlıyoruz. Üstelik artan nüfusa rağmen azalan bir işgücü söz konusu olduğu halde rakamlar ürkütücü. 2018 yılına göre 2,75 puan artan işsizlik oranı 2009 krizinin 0,66 puan üzerinde. Tarım dışı işsizlik oranı %16 olarak gerçekleşirken oda 2009 krizinin 0,05 puan üzerinde.
En çok üzüldüğüm ise 15-24 yaş arası işsizlik 5,07 puan artarak % 25,37’ye ulaşmış. Bu oranda 2009 krizinin 2,48 puan üzerinde. Artan nüfusa rağmen toplam istihdamın 658 bin kişi azalması söz konusu. Üstelik kamu 464 bin yeni istihdam alanı yaratmış. Özel sektörün yıllık istihdam kaybının 1 milyonu aştığını söylemek sanırım yanlış olmayacaktır.
Sektörel bazda bakalım: Tarımda istihdam kaybı 212 bin, sanayide 115 bin inşaatta da 443 bin. Hizmet sektörünün tamamında 109 bin kişilik istihdam artışı söz konusu ki satır aralarında kamuda artan istihdamın büyük kısmı hizmetler sektöründe olduğuna göre özel sektör hizmetler sektöründe de işçi azaltmış.
Oysa biz 2012 yılında %8 işsizlik oranlarını yakalamıştık. Küresel krize rağmen üretiyor, büyüyor ve yeni iş gücü alanları açıyorduk. O tarihlerde Amerika dahil gelişmiş ülkelerin bir çoğu işsizlikle mücadele etmeye çalışıyordu. Kabul etmek gerekir ki dünya küreselleşme hikâyeleri ile uygulanan ekonomi politikaları sonucunda farklı bir yere gidiyor. Özelleştirmeler, üretim yapısında görülen değişiklikler, çok uluslu şirketlerin ucuz işgücü arayışı ve sanayi 4.0 söylemleri bir çok coğrafyada işsizlik rakamlarını yükseltiyor. OECD ülkeleri içerisinde %25’i geçen işsizlik rakamları görülmüş olsa dahi son yıllarda hızla iyileşme gösteren ülkeler oldu. Amerika bugün son 40 yılın en düşük işsizlik rakamlarına sahipken Avrupa Birliği’nin lokomotif ülkelerinde de işsizlik rakamları düşüyor.
İşsizlik rakamları sadece bir sayıdan ibaret değildir. 658 bin istihdam kaybı ne demektir düşündünüz mü? Bu rakama eşleri çocukları çevreyi ilave edip düşünün. Sosyal tansiyona yaptığı baskı sonucu siyasi ve ekonomik sonuçlarını düşünün. 5 yıldır global anlamda yapılan ekonomik forumların ana gündem maddelerinden birinin işsizlik olması tesadüf değildir. Amerika dahil bütün gelişmiş ülkeler biliyor ki soruna kalıcı bir çözüm üretemedikleri takdirde artan sosyal tansiyon, giderek bozulan gelir eşitsizliği, onlara huzur getirmeyecektir.
Küresel tarafta ne önlemler alınıyor neler yapılıyor bilemem, ancak biz rakamlara bekledikleri saygıyı göstermek mecburiyetindeyiz. Bir yol ayrımındayız. Parasal genişleme rüzgârını arkamıza alarak finansal piyasalarda para çevirmeye devam ederek ülke ekonomisini büyütme yolunu seçebiliriz. İkinci seçenek olarak ise ara eleman bulamıyoruz diye söylenen işveren ile işgücüne alın terine saygı gösteren işveren arayan işsizler ordusunu bir araya getirerek üretim gücümüzü dünya ile rekabet edebilir hale getirmek, yeni ve kalıcı istihdam alanları yaratmaktır. Bu bize artan refah seviyesi, azalan gelir adaletsizliği ve sürdürülebilir büyüme getirecektir. İkinci seçenek Büyük Türkiye hayalini gerçekleştirmek için atılacak en büyük adım olur.